Esad rejiminin sona ermesinden sonra, Suriye’den insânî duygularını kaybetmemiş her insanı dehşete düşüren ve üzen görüntüler, sosyal medyaya yansımaya devam ediyor. İktidarı ele geçiren HTŞ ve onların desteklediği insanlık düşmanı teröristler, Arap Alevîliğinin en önemli isimlerinden birisi olan; Hüseyin bin Hamdan el-Hasîbî’nin türbesini yakıp, türbede görevli beş kişiye de hunharca katlettiler.
Alevîlerle birlikte, Alevîlerin saygı duydukları tarihî bir şahsiyetin türbesine bunlar yapılırken, türbenin girişinde ise “Besmele” ile birlikte “Ayetü’l-Kürsî” yazıyordu. İnsan haklı olarak, yaşanan bu barbarlığa seyirci kalanlara şöyle seslenmek istiyor: “Hani nerede Müslümanlık ve Müslümanlar? Neden kimsenin sesi çıkmıyor? Alevîlerle Sünnîlerin inandıkları ve okudukları Kur’ân ayrı da, ben mi bilmiyorum yoksa?”
Gözleri, Alevî düşmanlığıyla kararmış teröristlerin saldırıları, sadece rahmetli olan Hamdan el-Hasîbî’nin türbesiyle sınırlı kalmadı. Hayatta olan manevî otorite sahibi kişilere yönelik saldırılarla devam etti: Alevîlerin değer verdiği Ahmed Muhammed Şeyh Hadi’nin oğulları (Alevî şeyhinin iki oğlu), HTŞ militanları tarafından geçtiğimiz günlerde katledildiler. Şu anda, Suriye Alevîleri sokaklarda sürünmeye, köpek gibi havlamaya zorlanıyorlar. Erkekler kamyon ve otobüslere bindirilerek, bilinmeyen yerlere götürülüyorlar.
Eli silahlı katillerin; “Tüm Alevîleri öldürün!” çağrısı yaptıkları videolar, sosyal medyaya yansıyor. Peki, Suriye’de yaşanan insanlık dışı bu vahşete, sadece Alevîlerin değil; “Ben bir insanım!” diyen herkesin ve Sünnîlerin de tepki göstermesi gerekmiyor mu? Neden kimse; “Bunların yaptıkları sadece Müslümanlığa değil; insanlığa da sığmaz!” demiyor veya diyemiyor? “Müslüman; elinden ve dilinden Müslümanların (insanların) emin olduğu kimse” değil miydi?
Sosyal medyadan takip ettiğim kadarıyla, bazıları; “Esad zâlimdi ve Alevî idi.” diyerek, Esad’ın yaptığı yanlışlardan tüm Alevîleri sorumlu tutuyorlar. Ama Esad’ın eşinin Sünnî olduğunu, Esad dönemindeki Suriye ordusunun 60%’ının Sünnîlerden oluştuğunu, hatta Esad’ın Alevîcilikle itham edilmemek amacıyla, özellikle Alevîleri önemli görevlere getirmediğini ise hiç gündeme getirmiyorlar.
Aslında herkes, körüklenen Alevî düşmanlığının gerçek sebebinin; Akdeniz’e kıyısı olan Lazkiye ve Tartus, yine Akdeniz’e yakın Humus şehirlerindeki Alevîlere ait, mal-mülk, ev ve arazilere çökmek amacıyla duygusal ve inançsal gerekçeler oluşturmak olduğunu biliyor. Yaşananlar, 16. yüzyılda Anadolu’da yaşayan Alevî ve Kızılbaşların, Şeyhülislâm fetvâlarıyla, İslâm dışı ilan edilip mal-mülk, köy ve bucaklarına çökülerek, dağlara sürülmelerinden hiç de farklı değil. Mesele; gerçeğe dayanmayan dinî argümanları kullanarak, dünyevî çıkarlar elde etmek.
Suriye’den sosyal medyaya yansıyan o kadar görüntü ve açıklamalara, çığlık ve çağrılara rağmen, hala Suriye’de bir Alevî katliamı olup-olmadığı konusunda şüphelerini ifade eden ve sessiz kalan insanlar için söyleyeceğim şey şu: “Önce aklınızı, sonra da vicdanınızı bir kontrol ettirin! Sonra da -ben bir insan mıyım?- diye bir aynaya bakın! Zâlim size dünyaları da verse, yanında olmayın! Mazlûmun diline, rengine, meşrebine, mezhebine, inanç ya da inançsızlığına bakmadan, uzağında durmayın! Bir mazlûma el uzatmak, dünya ve içindekilerden daha değerlidir. Alevî ya da Sünnî, Türk ya da Kürt, Müslüman ya da Hıristiyan, her kime zulüm, işkence, eziyet veya katliam yapılıyorsa, ona karşı çıkmak; insan olmanın bir gereğidir. Bugün başkalarına olan zulüm, yarın size de dokunabilir. Bunu asla unutmayın!”
Alevîleri, Hüseyin’ci, Ali’ci olmakla suçlayan (ki bu suç değil; aksine bir Müslüman için övünülecek bir şey olmalı) selefî teröristler, çok güzel işler yapmış gibi bir de Muâviye’nin Şam’daki mezarını ziyaret ederek, -kendilerince- ağlayarak zafer (!) kutlaması yaptılar. Aslında bu hareket de bu katillerin ilhamlarını kimden aldıkları konusunda önemli bir pencere açıyor önümüzde. Son zamanlarda, İslâm ülkelerinde Muâviyecilikle birlikte, -siyaset uğruna- muhâliflere zulmetmek, onlara olmadık iftira ve hakaretlerde bulunmak, saltanatı şatafat ve gösterişle birleştirip saray ve villalarda lüks ve konfor peşinde koşmak da siyasetin bir parçası haline geldi.
Tarihten haberdâr olan herkesin bildiği gibi; rüşvet almak-vermek, görevini kötüye kullanmak, görevlendirmelerde liyâkat ve ehliyete değil; siyâsî biat ve sadâkata önem vermek, muhalifleri susturmak için şantaj, tehdit, darp ve adam öldürmek gibi yöntemleri kullanmak da Muâviyeciliğin karakteristik özelliklerinden sadece birkaçı. Normalde Anadolu’da, çocuğuna Muâviye ismini veren Sünnî yoktur. Ancak, öteden beri siyasal İslâmcıların idolü; hilâfeti Emevî saltanatına dönüştüren Muâviye’dir ve bu akımın güçlenmesiyle birlikte, maalesef Türkiye’de de Muâviyecilik artmıştır.
Muâviye ve Yezid döneminde, Ehl-i Beyt’e yapılan zulüm ve işkenceleri ve özellikle Kerbelâ katliamını anlattığım için bazı ilahiyatçılar; “Neden geçmişte yaşanmış olumsuzlukları gündeme getiriyorsun?” diye eleştiriyorlardı. Yeni gördüm; “Emevî İslam Devleti” adına X hesabı bile açılmış. Burada Alevîlere yapılan katliam savunulup, Muâviye/Yezid’e “hazret” demeyenler lanetleniyor. Ve şu anda nedense, Suriye’de Alevîler katledilirken, bu ilahiyatçıların hiçbirinin sesi çıkmıyor. Bu durum, bugün için ibret verici olduğu gibi, Müslümanların geleceği açısından da endişe verici. Soruyorum: “Allâhu Ekber!” denilerek, masum sivilleri katletmek İslâm’ın neresinde var? Cevap: Sıffin’de, Hz. Ali ile savaşırken, savaşı kaybedeceğini anlayınca, mızrakların ucuna Kur’an sayfalarını astıran Muâviye siyasetinde var.
Selefîlerin fikir babası ve Alevî düşmanı, sözde âlim, gerçekte zâlim İbn-i Teymiyye’nin Arap Alevîleri hakkında verdiği fetvâları eleştiren, vicdan sahibi bir ilahiyatçıya rastlamayı, inanın çok isterdim. Bakın! Selefistlerin ilk sıradaki ilham kaynağı, zâlim ve gaddar İbn-i Teymiyye, bırakın bir “Müslüman”a, “insan” olana yakışmayan bir kin ve nefretle, Alevî düşmanlığını nasıl da dile getiriyor: “Nusayrîye denilen kavim, Yahudi ve Hıristiyanlardan, hatta müşriklerin çoğundan daha inançsızdır. Onların Muhammed’in ümmetine zararı, inançsız Türk, Frenk ve bunlar dışındaki savaşçıların verdiği zarardan daha büyüktür. Onlar Şîa’dan zannedilir ve Ehl-i Beyt’in destekçisi olarak görülür. Ancak onlar gerçekte Allah’a, Peygamber’ine, kitabına, emirlere ve yasaklara, sevaba ve günaha, cennete ve cehenneme inanmazlar.”[1]
Bu fetvayı okuyan HTŞ’li veya IŞİD’li bir selefistin, Alevîlere yaşam hakkı tanımasını beklemek, kurdun kuzuya insaf ve merhamet etmesini beklemek gibi bir şey olsa gerek. 17. Yüzyıl Anadolu’sunda, İmâm Hasan ve Hüseyin hakkında yazdığı övgü dolu bir kitaptan (Risâletü’l-Hasaneyn) dolayı, Limni adasına sürgün edilen ve orada on altı yıl sürgün hayatı yaşadıktan sonra Hakk’a yürüyen Niyâzî-i Mısrî’ye, bu cezayı revâ gören Kazasker Vânî Efendi’nin, İbn-i Teymiyye’nin kitaplarını temel alan selefî, Kadızâdeliler grubuna mensup olduğunu unutmamak gerekir.
Tam tersine, benim tanıdığım Arap Alevîsi şeyhler, ana dillerinde nâzil olmuş Kur’ân’ı okuyup amel etmeye, belki herkesten daha fazla düşkün oldukları gibi, Ehl-i Beyt’i de Hz. Muhammed’in ailesi oldukları için sever ve sayarlar. Mehmed Ali, Muhammed Ali isimleri, Arap Alevîleri arasında oldukça yaygındır. “Tevhid” (Allah’ın varlığı ve birliğine inanmak), “adâlet” (Allah’ın âdil olduğuna ve yarattıklarına zulmetmeyeceğine inanmak) “nübüvvet” (Hz. Muhammed’in ve diğer peygamberlerin Allah tarafından gönderildiğine inanmak), “imâmet ve velâyet” (imâmetin, dinî ve dünyevî anlamda genel bir önderlik ve kutsal bir makâm olduğuna inanmak) ve “meâd” (kıyâmet ve âhiret gününe inanmak), onların inançlarının temelini teşkil eder. 2010 yılında, Türkiye’de, DKAB derslerine Alevîlik’le ilgili konuları ilave etmek amacıyla oluşturulan eğitim komisyonunda, birlikte görev yaptığım Arap Alevîsi şeyhler, diğer tüm Alevî şeyhleriyle görüşerek, oluşturdukları ortak metinde, bu inanç ilkelerini sıralamışlardı ve müfredata da olduğu gibi yansıtılmıştı.[2]
Allah’tan, tarihten bugüne onca yok etme/katletme politikasına rağmen, halen Suriye dışında da Alevîler yaşamlarını sürdürebiliyorlar ve olanlara da seyirci kalmıyorlar. Türkiye ve Avrupa’daki Alevî kurumlarını, Suriye’deki yönetime hitaben duyurdukları; sosyal barış ve birlikte yaşama kültürünü, demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi, çoğulcu ve çok kültürlü toplum modelini esas alan, bir manifesto niteliğindeki açıklamalarından dolayı tebrik ediyorum. Suriye’deki Alevîlerin katledilmesine karşı çıkmak; Hatay’a sahip çıkmak, Türkiye’nin toprak bütünlüğüne sahip çıkmak demektir. Bunu yapanları “siyasal Alevîcilik”le suçlamak ise; bu vatana, milletin birlik ve beraberliğine yapılmış gerçek bir ihanettir!
Suriye’deki Alevî katliamını ört-bas etmek için, Türkiye’deki siyasal İslâmcılarla birlikte, özellikle radikal, selefî militanlar; “siyasal Alevîlik” diye yeni bir kavram icad ettiler. Ezeli Alevî düşmanı olan bu gürûh için kullanılabilecek en güzel deyim; “Müslümanımsı mahlûkât (yaratıklar)” olabilir. Ey siyasal İslâmcılar! Mülakatlarla memur alınarak, kamu görevlerine yandaşlar dolduruluyor, kamu kaynakları yandaş müteahhitlere peşkeş çekiliyor, rektörler üniversitelere akrabalarını dolduruyorlar, milletin parası siyasetçilerin makam araçlarına harcanıyor. Hiç sesiniz çıkıyor mu? Hayır!
Çıkmıyor. Çünkü sizin haram-helal anlayışınız, Allah’ın emir ve yasaklarına göre değil; tıpkı Muâviye ve Yezid dönemlerinde olduğu gibi; size yakın (sizden) olan-olmayan kişilere göre değişiyor. Sizden olanlara her şey mubah. Şimdilik, bu dünyada size hesap sorabilen de yok. Ama ahiretiniz çoktan bitti bile.
Eğer Türkiye’de siyasal bir mezhepçilikten bahsedilecekse, bu her hâlükârda ancak siyasal bir Sünnîcilik olabilir. Ey siyasal Sünnîciler! Alevî köylerini haritalarda kırmızı yazıyla işaretleyen, Alevî köylerinin yollarını özellikle yapmayan, Alevî bir vali veya rektör atamayan, Alevîlere eşit yurttaşlık haklarını vermeyen siz değil misiniz? Dersim’de, Maraş’ta, Çorum’da ve Sivas’ta Alevîleri katleden ve Suriye’deki Alevî katliamını gündeme getirenlere de; “Yavuz” hatırlatması yapan siz değil misiniz? Sonuç olarak; şu anda Suriye’de, el-Kaide zihniyeti, Alevî katliamı yapıyor ve günlerdir aralıksız devam eden vahşet, soykırıma dönüşmek üzere. Olanları, tüm dünya sessizce seyrediyor. Alevîler, sahipsiz ve kimsesiz. Vicdan sahibi herkesi, olanlara tepki göstermeye davet ediyorum. Korkmayın! Alevîlere yapılan katliama karşı çıkarsanız, Alevî veya Alevîci olmazsınız. İnsan olursunuz…
[1] Ebü’l-Abbas İbn Teymiyye, el-Fetâvâ’l-Kübra, Darü’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1987, s. 495.
[2] Bkz. Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi, 12. Sınıf, MEB Y., Ankara, 2011, s. 64-65.
İlgili