NEDEN KUR’AN VE EHL-İ BEYT?

NEDEN KUR’AN VE EHL-İ BEYT?

Prof. Dr. Osman Eğri

Ehl-i Beyt sadece cibillî (soy bağı) olarak Hazreti Muhammed’in kanını taşımamaktadır. Aynı zamanda onun rahmetini, emanet ve istikametini, ahlâkını da temsil etmektedir. Öncelikle onların Kur’an yorumu rahmet ve şefkat merkezlidir. Şeriat değil, hakikat yörüngelidir.

Onların Kur’an’ın herkesi ve her nefesi kuşatıcı üslubunu yansıtan mesajları, yetmiş iki millete hayat sunar. Cezayı değil mükafâtı, cehennemi değil cenneti adres olarak gösterir.

Ehl-i Beyt mensupları, Kur’an’dan hüküm çıkartırken sadece kendi kabilelerini, milletlerini veya mezhep/meşreplerini düşünmezler; tüm insanlığın umumî menfaatini hesaba katarlar. Bu nedenle de yaptıkları yorumların ihata alanı evrenseldir. Yetmiş iki millet kendisine bir yer bulur. Ehl-i Beyt’in adalet anlayışında herkese hayat hakkı vardır. Kimse kendisini dışlanmış ve ötekileştirilmiş hissetmez.

Ehl-i Beyt’in Kur’an yorumunda, insanların hem kalpleri hem de beyinleri muhatap alınmıştır. İmâm Zeynü’l-Âbidîn, İmâm Muhammed Bâkır veya İmâm Ca’fer-i Sâdık bir taraftan kendi dönemlerindeki Dehriyyûn (Ateistler) ile tevhîd ve imanı savunan fikir mücadelesi verirken, diğer taraftan da kalp ve gönüllerin duygu dünyasını işlemeyi ihmal etmemişlerdir. Matematik, Astronomi, Mantık ve Tıp gibi pozitif bilimlerin yanı sıra Tasavvuf ilmini de yorumlarında sentezleyen Ehl-i Beyt alimleri günümüzün ilahiyat programından çok ileride bir vizyonu temsil etmişlerdir.

Ehl-i Beyt İmâmları ve alimleri, her zaman sırât-ı müstakîmi/dengeyi, ihlâsı/samimiyyeti gözetmişlerdir. İlimle hâli, sözle davranışı bir tutmuşlar, akılla birlikte kalbe, bilgiyle birlikte duyguya da hitap etmişlerdir. Onlar zâhir ve bâtın bilgiyi yorumlarında birlikte işleyerek insan yaratılışına uygun çift kanatlı ve dengeleyici bir metod takip etmişlerdir.

“Kur’an âşıktan maşûka bir mektuptur.” diyen Hacı Bektâş-ı Velî, Tercümânü’l-Eşvâk (Aşıkların Halleri) kitabının yazarı Muhyiddin ibn-i Arabî, “Ene’l-Aşk” diyen Mevlâna Celaleddin Rûmî Kur’an ve Ehl-i Beyt mirasını asırlar ötesine taşıyan gönül erleridir. Onlar içerisinde yaşadıkları zaman ve mekânı değerler üstü bir kıymete taşımış, insanlık ailesine İslâm’ın tüm güzelliklerini tanıtmışlar; yetmiş iki milleti birbiriyle tanıştırmışlardır.

Kur’an ve Ehl-i Beyt mirasına sahip çıkmayan İslâm Dünyası ise, istikamet, ilim, şefkat, merhamet ve adalet çizgisindeki dinî yorum kabiliyetini zayi etmiştir. Sonuç; Müslümanlar baskıcı rejimlerin kulu, kölesi haline gelmişlerdir. Cahil, hırçın, çaresiz, bir fikir ve değer üretemeyen bir topluma dönüşmüşlerdir. Böylesi bir ortamda Kur’an’ı ezberleyen ama anlamına asla nüfuz edemeyen insanlar yetişmiştir. Aslından ve faslından uzak olarak yapılan Kur’an yorumları, insanları korkutmakla kalmamış, dehşete de düşürmüş, kitleler Kur’an ve İslâm’dan uzaklaşmışlardır.

Ehl-i Beyt’in mazlum fert ve milletler için esin kaynağı, Şehitler Serdârı Hazreti Hüseyin’in çizgisini muhafaza etmeyen veya esas almayan İslâm Dünyası ceberut ve baskıcı yönetimlere karşı muhalefet etme, ne pahasına olursa olsun biat etmeme özelliğini de kaybetmiştir. Sonuç olarak Müslümanların yaşadıkları ülkeler ezilen toplumların dünyası olmuştur.

Allah’a ve Rasûl’üne itaat etmediği halde kendisine zorla biat edilmesini isteyen Muâviye ve Yezid’in mirasçısı zalim yöneticiler, lüks saraylarında israf ve şatafat içerisinde yaşarlarken, baskı ve zulümle hizaya getirdikleri halk, tarih boyunca onları sırtlarında taşımanın verdiği aldatıcı bir gururla birlikte açlık, sefalet, cehalet, toplumsal kargaşa ve anarşi ile de boğuşmak zorunda kalmışlardır.

İslâm Dünyasını bu boğucu girdaptan kurtarabilecek olan iki şey; gökten yere sarkıtılmış yegâne sağlam kulp, şifa ve rahmet kitabı Kur’an’ın boyası ve her ne olursa olsun asla istikametlerini bozmayan Ehl-i Beyt’in himmet ve mayasıdır.

Ne mutlu, Kur’an ve Ehl-i Beyt mirasına sahip çıkanlara!