Prof. Dr. Osman Eğri
Zâlim yezidden bu yana Hakk ve hakîkat, Muhammed ve Ali düşmanları ellerini Ehl-i Beyt muhiblerinin yakasından bir türlü çekmediler. Alevîleri sevmiyorlar ve istemiyorlar.
Ellerine her fırsat geçtiğinde her başları sıkıştığında Alevîleri kesiyor, yakıyor, katlediyorlar. Alevîlerin kanını akıtmaya doymuyor bu canavarlar. Alevîlerin evlerine “Alevî defol!” yazarken bile seçtikleri renk, kan rengi; kırmızı.
Bu gözü dönmüş katiller, bu ırkçı, mezhepçi caniler ne istiyorlar Alevîlerden? Alevîlerle dertleri ne, Alevîlerin nesini beğenmiyorlar? Nelerinden rahatsız oluyorlar? Aslında bu soruların cevabı çok açık: “İmâm Ali ve İmâm Hüseyin’den bu yana Alevîler bu katillerin düzenini bozuyorlar.”
Çünkü Alevîler onların maskelerini düşürüyor. Alevîler duruşlarıyla, onların îmân ve itikatlarının gerçek değil, yapmacık olduğunu, dünyevî çıkarları için bu dini benimsemiş gibi gözüktüklerini, îmânlarına gümân (şüphe) karıştırdıklarını gözler önüne seriyorlar.
Bu rûhu kararmış insanlık düşmanları, çocuklara tecavüz eden sapkınlara, tüyü bitmemiş yetimlerin haklarını yiyenlere, sokak ortasında kadınları katledenlere “defol” diyebiliyorlar mı? Diyemiyorlar. Neden? Kendi mahallelerinin tecavüzcüleri ve arsızları oldukları için.
Alevîlerin ticaretlerinde ve alış verişlerinde dürüst olmaları, insânî değerlere önem vermeleri, misafire ikrâm etmeyi sevmeleri, verdikleri sözde durmaları, ellerine, dillerine ve bellerine sahip olmaları yetmiyor.
Çünkü bu insânî ve İslâmî değerlerle Alevî düşmanlarının bir bağı yok. Onlar Müslümanlığı asmak, kesmek, haddini bildirmek, yok etmek, sürgün etmek, katletmek olarak anlıyorlar. Bu gaddarlıktan sadece Alevîler de nasiplenmiyor. Bu vahşilerin zulmünden kendilerinden görmedikleri, mal ve mülklerinde gözlerinin olduğu herkes payını alıyor.
Alevîlerin Kerbelâ’dan bugüne bütün mazlûmlara yardım etmeyi sevmeleri, bütün haksızlıklara karşı çıkmaları yezid ahlâklı canileri çıldırtıyor, daha da ötesi kışkırtıyor.
Çünkü biliyorlar ki Hüseyin’i ve Hüseyin’i sevenleri; konuşuyorlarsa susturmadan, eylem yapıyorlarsa korkutup yıldırmadan, kötülüklere başkaldırıyorlarsa da öldürmeden kendilerine rahat yüzü yok.
Tıpkı zâlim yezidin kendisine biat etmeyen İmâm Hüseyin’i 72 evlâdı, ahfâdı ve yârânı ile birlikte öldürdüğü gibi masum insanları kılıçtan geçiriyorlar, cesetlerini tarlalara atıyor, evlerini yakıyorlar. Yine de kin ve nefretleri, hınç ve düşmanlıkları sona ermiyor.
Çünkü Alevîler gülbang çekerken ellerini göğüslerine koyup kalplerinin derinliğinden Muhammed Mustafâ’ya salavât okuyorlar. İmâm Ali’yi andıklarında “Lâ fetâ” çekiyorlar.
Muharrem aylarında Muhammed Mustafâ’nın biricik torunu İmâm Hüseyin için günlerce mersiye okuyup gözyaşı döküyorlar.
Ama yine de bu katiller Alevîlere düşman olmaktan geri durmuyorlar. Alevîlerin evlerini işaretleyen ve oralara nefret söylemleri yazan gafil ve cahiller bilmiyorlar ki Alevîleri kovdukları Anadolu, Hünkâr Hacı Bektâş Velî’nin gayret ve duâları ile coğrafyadan vatana dönüşmüş. Onun yetiştirdiği halîfe ve dervişleri Balkanlar’a kadar İslâm’ın güzelliklerini taşımış.
Bilmiyorlar, bilmek de istemiyorlar. Bu gerçekleri öğretmesi gerekenler de kimseye bunları öğretmiyorlar. Bu densizler şunu bilmelidirler ki biz Alevîler cem olup “Allah Allah” demeye, gülbeng-i Muhammedî çekmeye, fakire, öksüze, kimsesize yardım etmeye devam edeceğiz. Söndüremeyeceksiniz çerağımızı ve ocağımızı. Muhammed Mustafâ’nın torunlarına ikrâr vermeye devam edeceğiz. Ölürsek de ikrârımızdan dönmeyeceğiz.
Hiçbir katliama, katliamla cevap vermedik. Adeta kin ve nefrete, intikam ve düşmanlığa savaş açtık biz. Bu bir zafiyet mi? Size göre olabilir ey cânîler! Bize göre ise “hayır!”. Bu nedenle Alevîlik asırlardır Anadolu’nun kurtuluş gemisi. Alevîler darda kalanların sığındığı bir liman. Bu gemiyi ve limanı da yok ederseniz Anadolu’da başınız dara düştüğünde sığınacak yeriniz kalmayacak. Belki Anadolu da kalmayacak.
Anlıyor musunuz aramızdaki farkı? Siz Süfyânî ve Mervânî, biz ise Alevî…
İlgili