MUHAMMED MUSTAFÂ’DAN HÜSEYN-İ ŞEHÎD-İ KERBELÂ’YA…

MUHAMMED MUSTAFÂ’DAN HÜSEYN-İ ŞEHÎD-İ KERBELÂ’YA…

Düştü Hüseyin atından sahrâ-yı Kerbelâ’ya

Cibrîl var haber ver Sultân-ı Enbiyâ’ya

İmâm Hüseyin’in Yezid’e karşı duruşu; dedesi Muhammed Mustafâ’nın Ebû Süfyân’a, babası İmâm Ali’nin de Muâviye’ye karşı duruşundan başka bir şey değildir. Aynı iman mücadelesinin üçüncü nesilde devamıdır. Yezid de Kerbelâ’da babası ve dedesinin Ehl-i Beyt’e yapamadıklarını yapmış; onları topluca katletmek ve Peygamber soyunu kurutmak istemiştir.

Tarihten bugüne bütün Yezid’lerin ortak özelliği çoluk-çocuk demeden kendilerine muhalif olarak gördükleri herkesi katletmek olmuştur. Her bir evlâd-ı Rasûl de her ne pahasına olursa olsun çağın Yezid’i ile mücadeleden bir adım dahi geri durmamıştır.

Yezid’den sonra da zulüm üzerine kurulmuş Emevî ve Abbâsî iktidarları altı aylıktan yedi yaşına kadar Ehl-i Beyt imâmlarının çocuklarını şehit etmeye devam etmişlerdir. Ehl-i Beyt mensuplarının dedeleri Hazreti Muhammed’den miras kalan Kur’an’daki ilim ve adaleti canlandırmasından tüm baskıcı rejimler her zaman korkmuşlardır. Bu nedenle de daha çocuk yaştayken onları şehid etmekten çekinmemişlerdir.

Hazreti Muhammed aleyhisselâmın; “Hüseyin bendendir; ben de Hüseyin’denim. Hüseyin’i seven, beni sevmiş olur; Hüseyin’e buğz eden bana buğz etmiş olur. Kim Hüseyin’le savaşırsa, benimle savaşmış olur; kim de Hüseyin’le sulh içinde olursa, benimle sulh etmiş olur.” hadisini yukarıda ifade ettiğim bağlamda düşünmek gerekir.

Hazreti Peygamber, torununun kendisine düşman olan Ebû Süfyân’ın torunu tarafından hedef alınacağını onlarca yıl önceden haber vermiş ve kimin nerede durduğunu ve ne için mücadele ettiğini cümle aleme duyurmuştur.

Alevîlerin İmâm Hüseyin için tuttukları yas ve matemi bu çerçevede değerlendirmek gerekmektedir. Hakk ve hakîkat yoluna tâlip olmak için bir Peygamber torunu olan Dedeye ikrâr veren Alevîler, Akabe’de Hazreti Muhammed aleyhisselâma biat eden Medineli Müslümanların iman tazeliğini asırlar ötesine taşımışlardır.

Bu nedenle Alevîlerin Muharrem ayında yerine getirdikleri Aşûre erkânını basit bir yas ve matem olarak görmemek gerekmektedir. Keşke bütün ümmet-i Muhammed aynı iman tazeliğini ve Muhammed Ali yoluna sahip çıkma kararlılığını gösterebilseydi.

Eminim ki İslâm dünyasının görüntüsü bugün olduğundan çok daha farklı olurdu. Münafıklığın yerini iman ve ikrâr, zulmün yerini adalet dağıtan Zülfikâr, cehaletin yerini ilim ve irfân, fitne ve çatışmaların yerini de birlik ve beraberlik alırdı. Kurtla kuzu yanyana yayılır, aç ve açıkta kimse kalmazdı. Tüm dünya çok daha başka olurdu.

Üzücü olan şu ki icraatlarının sonucu cehalet ve zulümden başka bir şey olmayan despotların korkusuyla hiçbir kötülüğe ses çıkarmayan sözde alimler, Ehl-i Beyt’e yapılan bu zulüm ve katliamları görmezden gelerek Müslümanlara ders, sohbet ve vaazlarında olup bitenleri anlatmamışlardır. Malesef istisnalar çok azdır.

Sonuç olarak halen Ehl-i Sünnet görüşüne sahip olan insanlar, Ehl-i Beyt’in sahiplenilmesini, yas ve matemlerinin tutulmasını sadece Alevî ve Bektâşîlere bırakmış görünmektedirler. Bu durumu, yüreklerindeki Hazreti Muhammed sevgisini Ehl-i Beyt sevgisinden ayırmayan Ehl-i Sünnet mensuplarının Alevî Bektâşîlerle el ele vererek değiştireceklerini umuyorum.