Kendini gerçekleştiren toplumları, ancak zihinsel ve duygusal yeteneklerini keşfederek kendini gerçekleştiren insanlar inşa edebilirler. İnsan vücudunu düşündüğümüzde tam bir insan vücudunda nasıl bütün organların orantısal bir şekilde yerli yerinde olmaları gerekiyorsa, toplumsal yapının da her bir ögesi olan bireylerin fonksiyonel bir şekilde varlık göstermeleri ve kendi potansiyel niteliklerini gerçekleştirmeleri gerekmektedir.
Fârâbî’nin “Medînetü’l-Fâzıla” adlı eserinde ideal şehrin yöneticisinin organlarının tam olması gerektiğini belirttiği gibi, ideal bir toplumun da her bir ünitesinin kusursuz bir şekilde kendi yeteneklerini sanatsal, kültürel, bilimsel vb. düzeyde yerine getirmesi toplumsal yapıyı güçlendirecektir. İnanç, ahlâk, bilgi, kültür, sanat vb. alanlarda kendini gerçekleştiren bir birey, içerisinde yer aldığı grubu nasıl zenginleştiriyorsa, farklı kültürel yapıların kendilerini özgürce ifade edebildikleri toplumlar da büyük bir zenginleşme yaşarlar.
Kendini gerçekleştiren toplumlar, ideal bir zemin bularak optimum düzeyde yetişmiş bir ağaca benzetilebilir. Nasıl ki bir ağacın, kendi simetrik/orantısal duruşunu gerçekleştiren her bir dalı, hemcinsleri olan diğer dallarla aralarında güçlü bir bağ oluşturuyorlarsa, özgün ve güçlü toplumlar da bünyelerinde kendi bütünlüğünü, entelektüel, etik ve estetik duruşunu tamamlayan farklı sosyo-kültürel yapıları barındırırlar.
Hatta yapılan yeni araştırmalarda; bir ormandaki ağaçların kökleri aracılığıyla birbirleriyle iletişim kurdukları, en yukarıdaki dallarının birbirlerinin alanlarına müdahale etmedikleri ve tam bir uyum içerisinde ormanın ahengine katkı yaptıkları ifade edilmektedir. İnanç veya etnik grupların da kültür kökleri olan değerlerini reddetmek ve düşmanlaştırmak yerine, birbirlerini tanımak ve birbirleriyle tanışmak vasıtasıyla iletişim kurabildikleri de bir gerçektir.
Vamık Volkan, 90’lı yıllarda Balkanlar’da Sırp, Hırvat ve Boşnak’lar arasında süregelen savaşın tansiyonunu, geliştirdiği “Ağaç Modeli Teorisi”ne göre tüm grupların dinî liderlerini bir araya getirmek suretiyle düşürmeyi başarmıştır. Dinî grupların manevî liderlerinin savaş zamanında bir masa etrafında bir araya gelmeleri savaşı sona erdirebildiği gibi, barış zamanlarında çeşitli konular etrafında bir araya gelip konuşmaları, fikir ve bilgi alışverişinde bulunmaları da toplumsal barışa büyük katkı sağlamaktadır.
Örneğin Anadolu ve Orta Doğu toplumlarının özgün bir şubesi olan Kürtlerin bulundukları sosyal ortamlarda Kürtçe’yi rahatça konuşabilmeleri ve Türklerin Kürtçe’yi öğrenmeleri, beraberinde büyük bir kültürel zenginleşmeyi getirecektir. Kürtçe öğrenen bir Türk, bu dilin yanı sıra, ortak kültür coğrafyasının ürünü olan Farsça ve Arapça’yı da kolayca öğrenebilecektir.
Yine aynı şekilde Anadolu’da nüfus olarak oldukça azalmış olan Rum’ların dilini öğrenen bir Türk, Latince’yi de ve aynı kökenden gelen diğer dilleri de rahatça öğrenebilecektir. Dil üzerinden gerçekleşen bu iletişim ve etkileşim zenginliği, bu coğrafyadaki çokkültürlü ve çoğulcu toplum modellerinin inşası hususunda barışçıl çözüm yöntemlerinin üretimini de beraberinde getirecektir.
Bir başka örnek; Alevî Bektâşî toplumunun inanç ve kültürel değerlerinin Sünnî toplumu tarafından keşfedilmesinin beraberinde getireceği zenginleşmedir. Ahîlik veya Mevlevîlik, Anadolu ağacının nasıl özgün bir dalı ise, Alevîlik Bektâşîlik de tarihî şahsiyetleri, sanatı, edebiyatı, müziği, âdâb ve erkânı, sembol ve motifleri ile bu ağacın bütünleştirici ve zenginleştirici bir dalı konumundadır.
Bu dalı da beslemek ve diğer dallarla kuracağı iletişimi teşvik etmek, Anadolu çınarının daha da serpilip güçlenmesine ve güzelleşmesine yardımcı olacaktır. İnançsal, sanatsal ve kültürel karakteristikleriyle kendini gerçekleştiren bir Alevî birey, Sünnî bir bireyden bir şey eksiltmez, aksine ona pozitif anlamda bir şeyler katar. Çok renkli, çok sesli, çok kültürlü bir toplum sadece bulunduğu coğrafyaya değil, dünya insanlığına medeniyet anlamında katkılar sağlar.
İlgili