Herkes, yaratılış ve mayasının gereğince konuşuyor ve hareket ediyor. Kiminin ağzından, içindeki zulüm ve karanlık dışarıya dökülüyor: İnsanlara hakaret ediyor, tehdit ediyor, iftira atıyor, alay ediyor, küçümseyip aşağılıyor.
Kimi de mayasının bir gereği olarak güler bir yüzle, tatlı bir dille gönülleri alıyor; kanayan yaraları tedavi etmeye çalışıyor. Güzel günleri, rengarenk çiçekli bir baharı müjdeliyor.
Bakın, bu konuda âriflerin tâcı, gönüllerin ilacı Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî ne buyuruyor:
“Gerçeği araştıranlar yanında asâlet; insanın emir veya vezir sülalesinden gelmesi, bilerek günah işleyenler veya zalimler zümresinden olması değil, yaratılışı sağlam ve ahlâkı, mayası temiz olmak gibi insanın zatında bulunan bir cevherin varlığından ibarettir. Halkın asâlet sandığı şey asâletsizliğin ta kendisidir.
Asâletsiz insanlar birbirinin gıybetini (dedikodusunu) yapacakları zaman kendilerinin zâtında bulunan kötülükler dillerinden dökülüverir. Çünkü onlar bu anlayışa daha yakındırlar.”
İnsanın mayası bozuksa, ona ne aldığı abdestin, ne de kıldığı namâzın faydası var. Gönül hanesi temiz olmayanın, dışı da temiz olmaz. Riyakârâne yaptığı amellerin de bir faydası bulunmaz. Bu gerçeği gören Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî bakın ne söylüyor:
“Vay sana ki, içinde; kin, haset, cimrilik, tamahkârlık, öfke, gıybet, kahkaha, maskaralık ve bunca şeytan fiili olduğu halde suyla yıkanıp nasıl temizlenip arı olacaksın! Şöyle bil ki; asla arınamazsın.”
Büyüklük, saraylarda yaşamakla, en lüks araçlara binmekle, sürekli zenginleşmekle olmuyor. Hacı Bektâş-ı Velî, bu gerçeği de şu cümlede ifade ediyor:
“Büyük; dışı halkın dışı gibi olan, içi ise seçkinlerin içi gibi olandır.”
Demek ki dışını süsleyen, içini pisliyor…
Allah bizleri yaratılışı ve mayası bozulmuş, nefis ve şeytana esir olmuş zalimlerin ve kötülerin şerrinden emin eyleye! Birlik ve dirlik için çalışanları mansûr (yardım edilmiş) ve muvaffak eyleye! Dilde dileklerimizi, gönülde muratlarımızı hasıl eyleye!
İlgili