İMÂM HÜSEYİN’İN YEZİD TARAFTARINA MUHTEŞEM CEVABI

İMÂM HÜSEYİN’İN YEZİD TARAFTARINA MUHTEŞEM CEVABI

Prof. Dr. Osman Eğri

Günlerden bir gün bir yezid taraftarı, İmâm Hüseyin Efendimiz’e gelerek; “Yâ Hüseyin! Sen yezidin hilâfetine biat etmeyerek Kur’an’ın hükümlerine karşı gelmiş oluyorsun.” dedi.

İmâm Hüseyin, bunun nasıl olduğunu sorunca da Kur’an’da Allah; “Ey imân edenler! Allah’a itâat edin, Rasûlüne itâat edin ve sizden olup kendilerine otorite emanet edilmiş olanlara da itâat edin…” buyuruyor. (Nîsâ, 4/59) “Sen mevcut halîfeye itâat etmeyerek Allah’ın emrine karşı geliyorsun yâ Hüseyin!” dedi.

Bu cahil adam, İmâm Hüseyin’in hangi ortamda yetiştiğini, Kur’ân-ı Kerîm’in zâhir ve bâtın metnine, te’vîl ve tefsîrine ne kadar hakim olduğunu bilmiyordu. Bilmiyordu ki İmâm Hüseyin Cebrâîl âyetleri getirirken, Hazreti Muhammed’in ya kucağında, ya da dizinin dibinde oturuyordu.

Bilmiyordu ki annesi Hazreti Fâtıma gelen âyetleri hemen ezberliyor ve gereğince yaşamaya koyuluyordu. Babası İmâm Ali, Allah Rasûlü’nün; “Kur’an Ali ile beraberdir, Ali de Kur’an’la beraberdir.” hadîsinin muhatabıydı. İmâm Ali, Kur’ân’ın toplanıp iki kapak arasına alınmasını sağlayan heyete başkanlık etmiş bir hâfız, âlim ve ârifti.

İmâm Hüseyin bu cahil adama unutamayacağı bir ders verdi. Dedi ki: “Sen âyeti yanlış anlamışsın. Allah öyle buyurmuyor; şöyle buyuruyor: “Ey imân edenler! Allah’a itâat edin, Rasûlüne itâat edin ve sizden olup Allah ve Rasûlü’ne itâat eden kendilerine otorite emanet edilmiş olanlara da itâat edin…” “Senin efendin yezid Allah ve Rasûlü’ne itâat mı ediyor ki ben ona itâat edecekmişim?” dedi.

İmâm Hüseyin’in devamındaki sözleri yezid taraftarını yerin dibine sokacak nitelikteydi: “Harâmları helâl, helalleri de harâm kılan, Allah’ın apaçık emirlerini ayaklar altına alan, halka zulmeden, ümmetin aç, yoksul ve yetimleri açlık ve yokluk içinde kıvranırken, sarayında lüks, isrâf ve eğlence içerisinde yaşayan zâlim yezide nasıl itâat edebilirim?”

İmâm Hüseyin, “Devletin başında kim olursa olsun, mutlaka ona itâat edilmek zorundadır.” anlayışını kökünden kaldırıp atmıştı. Ama zâlim Emevî hânedânı yıllarca “Devlete itâat Allah’a itâattir.” sloganıyla halkı kandırmaya, yaptıkları zülüm ve haksızlıklara halkı da ortak etmeye devam ettiler.

Her ne olursa olsun devleti yönetenleri kutsayan, yönetilenleri ise itâatkâr birer köle haline getiren bu anlayış Allah ve Peygamber inancını da kendi gayr-i meşrû amaçları doğrultusunda kullandılar. Tahtını sağlamlaştırmak için kardeşini boğduran Pâdişâhlar da, masum binlerce insanın ölümüne, sürgününe fetvâ veren sahte kadılar da bu Emevî düzmecesini bugünlere kadar taşıdılar.

Ancak Ehl-i Beyt imâmı İmâm Ca’fer Sâdık çeşmesinden kana kana içen İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe gibi, Seyyide Nefîse’nin tefsîr, hadîs ve fıkıh mektebinde ilim tahsîl eden İmâm Şâfî gibi yiğitler bu düzmece din anlayışlarına direndiler ama ömürleri de zindanda geçti.

Demek ki Kur’an ve Ehl-i Beyt yolunda hizmet etmenin bedeli, Ehl-i Beyt’e, Ehl-i Beyt’i seven ve onların yolundan gidenlere zulmetmenin de ödülü var. Varsın dünyanın en büyük ödülleri o bedbahtların olsun. Bedel ödeyen Hüseyin taraftarları da Cennet ve Cemâl’e seyre doysun. Hünkâr Hacı Bektaş Velî, Seyyid Nesîmî, Pir Sultan Abdal bizim, Hızır Paşa, Kuyucu Murat Paşa ve benzerleri onların olsun…