HER GÜN ÂŞÛRÂ HER YER KERBELÂ

HER GÜN ÂŞÛRÂ HER YER KERBELÂ

Prof. Dr. Osman Eğri

Bugün 10. Muharrem, Şehitlerin Serdârı, Erenlerin Serveri İmâm Hüseyin’in şehâdete yürüdüğü gün. Bugün, Muhammed Mustafâ sallallâhu aleyhi ve âlihî ve sellemin dünyada kokladığı iki reyhânından birisinin daha solduğu gün. Fâtıma Anamızın gözünün yaşının aktığı gün bugün. Gökte meleklerin, deryâda semeklerin (balıkların) ağlaştığı gün.

Bilirsiniz; Hakk’a şâhit olmayanlar, hakîkat uğrunda şehit de olamazlar. Hakîkatı gözüyle görüyor gibi bilmeyenler, ona inanıp gönül vermeyenler, şehâdet şerbetini de içemezler. Bugün, İmâm Hüseyin’in işaret parmağını kaldırıp, cânı pahasına tevhîdi bütün rûh u cânıyla, tüm cihâna ilan ettiği gün.

Aşûre günü, mel’ûn Yezid ordusu tarafından ser-i saâdeti (mübarek başı) gövdesinden ayrılan İmâm Hüseyin’in dudakları, hala Kur’an âyetlerini zâlimlerin yüzüne okumaya devam etmişti. Bugün de, ona taraf olup Hüseynîleşebilenler, Kevser Havuzu’nun başında, onun dedesi Muhammed Mustafâ’ya kavuşuncaya kadar, Kur’ân ve Ehl-i Beyt’i birbirinden ayırmamaya bir kez daha and içiyorlar.

İmâm Hüseyin, başta Rasûl evlatları olmak üzere, yetmiş iki masum, mü’min ve müslim cânı katletmeye cür’et eden, sözde Müslüman, hakîkatte münâfık gürûha, içinde en çok Allah’ın “el-Adl” (âdil) ismi geçen Kur’an âyetlerini bir kez daha nefesi çıktığı kadar haykırdı.

Ama onlar âyetlere değil, kendilerine vadedilen menfaatlere kulak veriyorlardı. Ne akıllarında, Kur’ân’ın inananlara kazandırdığı “adâlet”, ne de kalplerinde Ehl-i Beyt mensuplarının sevenlerine öğrettikleri “şefkat ve merhamet” vardı. Yezîd ve avâneleri İslâm’lıktan da, insanlıktan da çıkmışlardı. Dünya ve saltanat arzusu, Peygamber torununu, yârenleriyle birlikte günlerce aç ve susuz bırakıp katledecek kadar gözlerini döndürmüştü.

Şehitler Serdârı İmâm Hüseyin, dünya menfaati karşılığında, rûhlarını şeytana ve Yezid’e satmış eşkiyâya; “Beni öldürebilirsiniz, ama ceddim Muhammed Mustafâ’nın tüm insanlığa hediye ettiği ve bizlere miras bıraktığı, herkes ve her nefes için lazım olan adâlet duygusunu, kıyamete kadar öldüremeyeceksiniz, Muhammedî nûru söndüremeyeceksiniz!” dedi.

Çünkü o, dedesinin; “Benim Ehl-i Beyt’imin nesli kıyâmete kadar devam eder, ne zaman ki benim evlâdımın nesli kesilir, işte bilin ki o zaman kıyamet kopar.” hadîsini kulaklarıyla dinlemiş bir Abâ ehliydi. Beş Esmâ (Muhammed Mustafâ, Aliyyü’l-Murtezâ, Fâtımatü’z-Zehrâ, Hasan-ı Hulk-i Rızâ ve Hüseyin-i Şehîd-i Kerbelâ)’dan birisiydi.

Zâlimler ve onların destekçileri, İmâm Hüseyin’i anlayamazlar. Yezid’in yandaşları ve yardakçıları, İmâm Hüseyin’e ağlayamazlar. Bugün, Ehl-i Beyt’e muhip olan mü’min-müslim cânların evlerinde ve gönüllerinde yas ve matem var. Kalplerdeki iman çekirdekleri, bugün gözyaşı olup yanaklardan dökülüyor.

Hüzün gözyaşlarının buluştuğu toprak, sevginin sembolü olan gülleri vermeye, her şeye rağmen güler yüzlerde güller açmaya devam ediyor. Hakk, Muhammed Ali’ye gönül vermiş cânlar, kötülüğe iyilik etmekte, incinseler de incitmemekte, zulme uğrasalar da asla zulmetmemekte ısrar ediyorlar. Çünkü onlar Hüseynî-meşrepte kin, nefret, düşmanlık ve intikam duygularının yerlerinin olmadığını çok iyi biliyorlar.

İkrârına bağlı olan cânlar bugün; İmâm Hüseyin’in canlandırdığı “Öl, ikrâr verme! Öl, ikrârından dönme!” sadâkatine bir kez daha şâhitlik ediyorlar. İmâm Hüseyin aşkına, ağızlarına su götürmeyen cânlar, hal dilleriyle bütün zâlimlere; “Biz de birer Hüseyin’iz! Zilletle yaşamaktansa, izzetle ölmeyi tercih edenlerdeniz!” diyorlar.

Bugün, İmâm Zeynü’l-Âbidîn’in kurtulduğu ve kader kaleminin; hak ve hakîkat, adâlet ve merhamet değerleri için Ehl-i Beyt’in, Evlâd-ı Rasûl’ün, pir ve mürşidlerin, onlara ikrâr veren Hakk tâliplerinin, kıyamete kadar mücadelelerine devam edeceklerini yazdığı gün. Âşûrâ gününün yas ve matemine ortak olan, oruç tutup, gözyaşı döken her cân, hal diliyle; “Yaşasın hakîkat ve adâlet!” demiş oluyor.

Selâm olsun İmâm Hüseyin ve yoldaşlarına!

La’net olsun Yezid ve yandaşlarına!