ERENLERİN SERÇEŞMESİ HÜNKÂR HACI BEKTÂŞ-I VELÎ’DİR

ERENLERİN SERÇEŞMESİ HÜNKÂR HACI BEKTÂŞ-I VELÎ’DİR

Prof. Dr. Osman Eğri

Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî, Horasan’da Hoca Ahmet Yesevî dergâhından aldığı iksir ilmiyle Anadolu’yu irfânla mayalayan, canlara Hakk’ın nefesini üfleyen, Hz. Muhammed’in himmet ve bereketini gönüllerle buluşturan bir pir-mürşiddir.

Hünkâr, yetmiş iki milletin dilince konuşma hususunda Süleyman, çoraklaşmış toprakları, çölleşmiş gönülleri yeşertip diriltmede Hızır, ölmeye yüz tutmuş insânî duygu ve düşünceleri yeniden canlandırmada Îsâ gibi olmuş, zulüm karanlığına gömülmüş Anadolu’yu Horasan Erenleri’nin hakîkat çerağı ile aydınlatmıştır.

Yaratıkların seçkini, fazîletlisi ve varlıkların en mükemmeli, günâhkârların şefâatçisi ve âlemlerin Rabbi’nin Habîb’i, Ahmed-i Mahmûd, Ebu’l-Kâsım Muhammed Mustafâ’nın (s.a.v.) ve Haydar-ı Kerrâr, Sâhib-i Zülfikâr, Esedullâhi’l-Gâlip, Ali bin Ebî Tâlib’in (k.v.) torunudur. Hacı Bektâş-ı Velî, Muhammed Ali kardeşliğinde vücûd bulan “ilm-i ledün”le kömürleri elmasa, bakırları altına çevirmiş, ham rûhları olgunlaştırarak çiğleri pişirmiştir.

Kevser Irmağı Fâtıma Anamız, onun sözlerine bereket, davranışlarına da şefkat ve merhamet veren sevgi kaynağıdır. Erenler Serveri Hünkâr’ımızın genlerinde mazlûmeyn-i şehîdeyn İmâm Hasan ve İmâm Hüseyin’in asâlet ve fazîleti vardır. Kötülükleri iyilik yaparak süpüren, asık suratları güldürüp yüzlerinde güller bitiren Hacı Bektâş-ı Velî, kimsesizlerin kimsesi, Hakk’ın kutlu bir nefesidir.    

Horasan padişâhı İbrahim es-Sânî ve Hatem’in oğlu olan Hz. Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî âriflerin kutbu, erenlerin sırrı, velîlerin sultânı, akıl sahiplerinin dayanağı, Allâh’ı bilme ve tanıma anlamındaki ma’rifet erbabının övüncü, seçkinlerin delili ve yakîn nûrlarının beşiği ve şerîat hazinesinin bilgilerinin kâşifi, tarîkat pîrinin hidâyete ulaştırıcısı ve hakîkat remizlerinin de özünün sahibidir.

On iki imâmların yedincisi İmâm Mûsâ Ka’zım’ın nesli bir seyyid (evlâd-ı Rasûl) olan Hünkâr, dergâhında Hakk’ın tâlibi olan halîfe ve dervişlerine şerîat denizinde, tarîkat gemisine binerek, ilm-i ma’rifetle dalgıçlık yapmayı ve denizin derinliklerinden hakîkat incisini çıkartmayı öğretmiştir. Abdal Mûsâ, Sarı İsmail, Hacım Sultan gibi yetiştirdiği üç yüz altmış öğrencisiyle Anadolu’dan Balkanlara kadar nice ocaklar uyarmış, nice bucaklarda muhabbet sofraları donatmıştır.  

Elindeki yeşil beniyle “el benim elim değil, Fâtıma anamızın eli” dercesine nice açları doyurmuş, nice yetimlerin başını okşamış, nice dargınları barıştırmış, ayak bastığı yerleri cennete çevirmiştir. Sevgi ve saygıya muhtaç gönüller onun dervişlerini yurt ve yuvalarına “buyur” etmiş, Bektâşîlik her gittiği yerde düğün ve bayram yapar gibi karşılanmıştır. Dimetoka’da Seyyid Ali Sultan, Kalkandelen’de Harâbâti Baba Tekkeleri farklı inanç, meşrep, mezhep ve etnik kökenleri birleştiren birer cazibe merkezleri olmuşlardır.  

“Yetmiş iki millete bir gözle bakmayan halka müderris (hoca) olsa da Hakk’a âsidir” sözünün sahibi olan Molla Hünkâr, 13. yüzyılda Anadolu topraklarında müslim, gayr-i müslim (Hıristiyan, Yahudi, Ermeni) herkese ve her nefese geniş himmeti ile gönlünü açmış bir hoşgörü kahramanıdır. Yeri gelmiş, Hıristiyan bir kadının verdiği çavdar ekmeği için ona teşekkür ve duâ etmiş, yeri geldiğinde bir Manastır’da aç kalan keşiş ve arkadaşlarına buğday göndermiştir. O iyilik yapma hususunda yetmiş iki milleti bir tutan, himmeti âlî bir velîdir.

“Eğer bir yeri karanlık görüyorsan, bil ki perde senin gözündedir” sözünü hayatına düstur edinen Hacı Bektâş-ı Velî, gözünden perdeleri kaldırmış, Mevlâna ile de Ahî Evran Velî ile de erenlerin gül bahçesinde buluşmuş, ettiği yarenlikle sevgi, saygı ve kardeşlik duygularını Anadolu sathına yaymıştır. Onun himmetiyle, yetmiş iki millete devlet olan dervişlerinin gayret ve nefesleriyle Anadolu’da bir dervişler devleti kurulmuş, altından ırmaklar akan, üstünde atlar koşan ulu çınarın gölgesi herkesi serinletmiş; ferahlatmıştır.

Hünkâr bir taraftan kin ve nefretle, zulüm ve şiddetle savaşmış, diğer taraftan da nefsin sembolü olan arslanla, rûhun sembolü olan ceylanı kucağında buluşturarak iyilikle kötülüğün amansız savaşını sona erdirmiş, Anadolu’da bir sevgi medeniyeti inşâ etmiştir. Sevgi onun esası, saygı da arkadaşıdır.

Seyyid Ahmet Rıf’at Efendi, Hacı Bektaş Velî’yi şöyle anlatmaktadır: “Hacı Bektaş Velî Hazretleri, İlâhî sevgi varlığının âşığı, mânevî yolla elde edilen bilginin gerçek bağlısı, vecd bahçesinin baş âşığı, aşk fidanının en güzel sevgilisi, bir köşeye çekilmeyi terk edenlerin de dedesidir.”

O, “ilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır” anlayışıyla, Sulucakarahöyük’te (Nevşehir/Hacıbektaş) kurduğu dergâhını Nûh’un gemisi misali cehâlet tufanından kaçan, edeb ile girip irfân ile çıkan hakîkat sevdalılarına açmıştır. Meydân evinde yaptığı câna sefâ veren sohbetler bir küre misali, farklı etnik köken ve meşrepten gelen insanları çoklukta birliğe ulaştırmış, “Bir olalım, diri olalım, iri olalım.” mesajı herkesin ortak bir rüyası haline gelmiştir.

“Çıktım erik dalına anda yedim üzümü, bostan ıssı (sahibi) kakıyup (kızıp) der ne yersin kozumu (cevizimi)” sözünü söyleyen Yûnus Emre de yolu Hünkâr’ın dergâhına uğrayanlardan birisidir. Hünkâr’ın ilim ve irfân meclisinde zorunlu Müslümanlık kapısı olan şerîatın dağ eriği gibi -uyulması ve yerine getirilmesi zor- kurallar, emirler ve yasaklar manzûmesi olduğunu öğrenen Yûnus, Hacı Bektaş Velî’nin halifesi Taptuk Emre’nin dergâhında üzüm (tarîkat) yemeyi, haram ve helâlleri, emir ve yasakları gönüllü olarak kabullenmeyi zevk etmiştir.

Ceviz ise ancak kabuğu kırıldıktan sonra içerisindeki hazineye ulaşılan hakîkatin sembolüdür. Âşık Yûnus hakîkat kapısında cevizin kabuğunu kırıp da gerçek hazineyi bulunca, gönül bahçesinde bir daha baykuşlar ötmemiş, dilinde yalanı, kalbinde gümânı, kulağında gıybeti kimse görmemiş ve duymamıştır. Hakîkat kapısında dervişlerine Ali gibi “toprak” olmayı öğreten Hünkâr, Anadolu topraklarını bereketlendirmiş, gökten yağan rahmetle yerden çıkan bereketi buluşturmuştur.

Dergâhının bahçesinde güller açmış, bülbüller Gül-i Muhammedî için Gülbeng-i Muhammedî’ler şakımışlardır. Selam olsun Güllerin Efendisi Muhammed Mustafâ’nın biricik torunu Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî’ye! Selam olsun, onun âdâb ve erkânını, dört kapı kırk makâmını asırlardır Anadolu’da, Balkanlar’da, dünyanın dört bir tarafında süren dervişlerine, muhiplerine, tâliplerine, âşıklara, sâdıklara, bağrı, başı yanıklara, gönlü hakikate uyanıklara…

AŞK OLSUN İNCİNSE DE İNCİTMEYENLERE!

AŞK OLSUN CEHÂLET KARANLIĞINI İLİM NÛRUYLA AYDINLATAN CANLARA!

GERÇEĞE HÜÜ MÜ’MİNE YÂ ALİ…