Prof. Dr. Osman Eğri
Alevîlikte dert ehli olmak, fakirin, düşkünün, kimsesizin, inançsızın, yolsuzun, ikrârsızın derdi ile ilgilenmek demektir. Dertsiz ve gamsız olmak bir eksiklik olarak görülmüştür. “Dervişlik satmak” veya “derviş geçinmek” birçok deyiş ve nefeste yerilmiştir.
Pir Sultan Abdal da “ben dervişim diye göğüs açmayı” yani dervişliğiyle övünmeyi ayıplamaktadır. Önemli olan manevî hâlleri yaşamak, hâlden hâle geçip manevî deneyimleri tecrübe edebilmektir. Dilinde zikir ve şükür, zihninde fikir olmayan kişi “ben dervişim” dese bile, ikrârına uygun hareket etmemiş sayılır.
Allah’tan ayrılığın, gurbette/dünyâda/firkatta yaşamanın elem ve ızdırabını yaşamayan, Hacı Bektaş Veli misali çilehanede mâşûktan (Allah’tan) ayrılığın çilesini çekmeyen cân, kimin derdine dermân olabilir ki? Ayrılık hasretiyle gözyaşı dökerek mâşûkun mektubunu (Kur’ân’ı) okumayan bir cân kendi derdine dermân bulabilir mi? İkilikten kurtulup birliğe yetebilir mi?
Bülbül olduğunu iddia etse dahi, gülün yanından geçmeyen, gülün renginden, kokusundan, temsil ettiği Muhammed Mustafâ’nın nübüvvetinden, sırrını Ali’ye verdiği velâyetinden haberdâr olmayan tâlip yalan söylemiş olur: İkrârına karşı gelmiş olur. Aslı olmayan bir iddiada bulunmuş olur. Gülün yani Muhammed Mustafâ’nın cemde dalına konabilmek, ona salavât getirebilmek her kuşa/tâlibe nasip olmaz.
Gül, Muhammed neslinden gelen mürşittir. Mürşidi olmayan derviş veya mürşidinin kıymetini bilmeyen tâlip, gül dalına konmamış, hakîkati diline dolayıp “hüü” diyememiş sahte bir derviş gibidir. Cemde uyandırılan çerağlar, şem’alar aslında yola layık tâlipleri bulmak içindir. Mürşit yaktığı çerağla kendisini gösterir amma görebilene, birlik meydânına çıkabilene aşk olsun. Kalp evi o nûra açılmamışsa, nûr âyeti (Nûr Sûresi, 35/36) bin defa da okunsa ne fayda? Gözü aydınlanmayanın gönlü de aydınlanmaz. “Bu dünyada gerçeğe karşı kör olanlar, yarın ahirette de kör olarak diriltilirler.” (İsrâ Sûresi, 72)
Bütün mesele “bal yapan arı” gibi olabilmektir. Bal hakîkattir. Hakîkate ulaşamamış bir derviş, bal yapmayan yabani bir arıya benzer. Mürşidin verdiği manevî eğitimi, ilm-i ledünnü alamamış, erenler sofrasında boşuna kaşık sallamış demektir. Ekmemiştir ki biçebile, olmamıştır ki sırattan sorgusuz geçebile. Kalbini Ka’be yapamamıştır ki Hacıbektaş Dergâhı’ndaki “Arslanlı Çeşme”den Allah’ın İsmail’e ihsân ettiği “zemzem”i kana kana içebile.
Tâlip mürşit huzûrunda dâra durduğunda İmâm Hüseyin veya Seyyid Nesîmî gibi cândan ve cânândan geçmiş olmalıdır. Hakk’a hakkıyla boyun eğen tâlip, tâlib-i Hakk ve hakîkattır. Allah’tan gayrı her şeyden geçmiştir. Şartlarını yerine getirebilen derviş ancak Erenlerin muhabbetine karışabilir. Derviş hırkasını veya şalını giymek kolay değildir.
Pir Sultan Abdal’ın ifadesiyle; “derdi olmayanlar, başkalarının derdine de dermân olamazlar.” Kimsenin yarasını saramazlar. Erenlerin sırrına agâh olmayanlar onların yolunu anlayamazlar. Anlayamayanlar da tadını alamazlar. Tatmayanlar da bilemezler. Bilmek için bir mürşidin eteğinden tutmak, yani ona ikrâr vermek, ölse de ikrârından dönmemek gerekmektedir.
HAKK TEÂLÂ GÜLÜNÜ BULUP DALINDA ŞAKIYAN BÜLBÜLLERDEN EYLEYE!
MÜRŞİDİNİ, REHBERİNİ BULUP DÖRT KAPIYI GEÇENLERDEN EYLEYE!
GERÇEĞE HÜÜ MÜ’MİNE YÂ ALİ…
Ben dervişim dersin göğsün açarsın
Hâli hâl etmeğe hâlin var mıdır
Kendini gör elde sen ne ararsın
Hakk’ı zikr etmeğe dilin var mıdır
Dertli olmayanlar derde yanar mı
Sadık derviş ikrârından döner mi
Her uçan kuş gül dalına konar mı
Ben bülbülüm dersin, gülün var mıdır
Her bir balık gibi ağa sararlar
Rehberinden mürşidinden sorarlar
Şem’a yakıp köşe köşe ararlar
Ben arıyım dersin, balın var mıdır
Mürşit huzurunda dâra durmağa
Dâra durup Hakk’a boyun vermeğe
Muhabbetten geçip hırka geymeğe
Car perdeden derviş şalın var mıdır
Pir Sultan’ım senin derdin deşilmez
Derdi olmayanlar derde duş olmaz
Rehbersiz mürşitsiz yollar açılmaz
Mürşit eteğinde elin var mıdır
İlgili