Prof. Dr. Osman Eğri
Alevîlik Bektâşîlikte duâ, “gülbenk” olarak isimlendirilir. Gülbenk kelimesi, Farsça bir kelime olup gül sesi, bülbül şakıması anlamlarına gelmektedir. Gülbenklerde cümleler kısa ve ahenklidir. Dede, baba veya sercem tarafından okunur ve cânlar; “Allah Allah” diyerek duâya katılır, onaylar, aşk ve şevk alır verir.
Gülbenk, Allah’a sığınma, yalvarma ve O’ndan af dilemedir. Gülbengin sonunda “Er-cemâl-i Muhammed, kemâl-i Hasan Hüseyin ‘Ali râ bülend-i salavât” denir ve eller göğüslere konularak Muhammed Mustafâ’ya ve onun tertemiz Ehl-i Beyt’ine salavât okunur. Sonunda mutlaka salavât getirildiği için bu duâlara “gülbeng-i Muhammedî” de denir.
Alevîlik Bektâşîlikte duâya çok önem verilmiştir. Sabah veya akşam gülbenkleri mutlaka okunmaya çalışılır. Özellikle Anadolu’da yaşlı insanlar bu geleneği halen devam ettirmektedirler. Sofrada yemeğe başlamadan ve yemekten sonra gülbenk okumak oldukça yaygındır. Bektâşîlikte ise dervişe tâc veya hırka giydirilirken, teslim taşı veya mengüş takılırken, cemin yapılacağı meydân açılırken farklı gülbenkler okunmaktadır. Alevî köylerinde yapılan cemlerde on iki hizmetin her birisi dedenin okuduğu bir gülbenkle yerine getirilir.
Sabah ve akşam okunacak gülbenk şöyledir: “Allah Allah bi ismike yâ Allah. Ey Allah’ım! Sabaha Sen’in isminle, tüm hayırlarla başlıyorum. Bizden kötülüğü uzaklaştır. Ey cömert Allah! Bizi Lütfunla bağışla. Mü’minleri başarılı kıl. İnkârcıları kahret, münâfıkları başarısız kıl. Allah’ım! Îmanımızı dâim, cemaatimizi kâim, ibâdetlerimizi kabul eyle. Allah’ım! Meclisimizden kardeşlerimizi eksik eyleme. Kalplerimizi îmanla dolu eyle. Allah’ım! Peygamber’in Muhammed’i bize yardımcı ve O’nun vekili Ali’yi destekçimiz eyle. Allah’ım kalplerimizin nûrunu On İki İmam ve On Dört Masum u Pâk’ın feyz ve nûruyla nurlandır.
Allah’ım, ruhlarımızı, efendimiz şeyhlerin en büyüğü, âriflerin önderi Horasan’lı Hacı Bektaş Velî’nin ruhâniyeti ile canlandır. Allah’ım! Ayaklarımızı onun tarîkatından kaydırma. Onun inancından ayırma. Allah’ım! Kötülüklerden bizi koru. Hata ve günahlarımızı bağışla. Allah’ım! Bize katından rızık ver. Kullara muhtaç etme. Bize, emniyet, hûzur, ilim, irfan ve îman ver.
Allah’ım! İlim ve irfanın kaynağı Balım Sultan ve Kaygusuz Abdal, Ehl-i Abâ’dan üç şerefli kişinin, Ehl-i Beyt’ten beşinin, Ehl-i Yakîn’den yedisinin, kırkların, Sana yakın olanların hürmetine râzı olduğun şeylerde bizi başarılı kıl. Allah’ım! Onların himmetini hâzır, kerâmetlerini açık kıl. Allah’ım nefislerimizi temizle. Gözlerimizi nurlandır. Kalplerimizi aç. Bizi sağlık ve selâmetle rızıklandır. Allah’ım âhirete göçen kardeşlerimize rahmet et. Hayatta olanlara da yardım et. Duâlarımızı kabul et. Hastalarımıza şifâ ver. Ey ikram edenlerin en büyüğü Allah. Bunları bize katından lutfet. Allah, Allah, Allah. Aliyyü’l-Mürtezâ’nın sırrı hürmetiyle, şeyhimiz Hacı Bektaş Velî’nin bereketiyle. Hüü, hüü.”
İkrâr veya görgü ceminde dede veya babanın okuyabileceği gülbenk ise şöyledir:
“Bism-i Şâh. Allah, Allah! Geldiğiniz yoldan, durduğunuz dârdan, çağırdığınız pirden şefâat göresiniz. Cenab-ı Hak, ikrârınızı dâim eyleye. Allah’a kul, Muhammed’e ümmet, Ali’ye tâlip eyleye. Dünyada Kur’an, âhirette iman nasip eyleye.
Bu yoldan, bu dârdan, bu pirden ayırmaya. Hakk Teâlâ yolumuzu yaramaza, uğursuza, pirsize rast getirmeye. Vârımızdan taş düşürmeye, gönlümüze kış düşürmeye. Gönlümüzü gümândan (şüpheden) başımızı dumandan halâs eyleye (kurtara).
Mü’minler şâd ola, meydan âbâd (devamlı) ola, sırlar mestûr (gizli), gönüller mesrûr (sevinçli) ve pür-nûr ola. Muhammed Ali yardımcımız ola, On iki imam, On dört Masûm-ı Pak, On yedi Kemerbest katârlarından, didârlarından ayırmaya.
Allah Allah! Üçler, beşler, yediler, kırklar ve Kerbelâ şehitlerinin nazar-ı şerîfleri dünyamızı mamûr, ahiretimizi pür-nûr eyleye. Hakk Teâlâ mahşerde cümle muhibbânı Kerbelâ şehidleri ile haşr ü neşr eyleye (onlarla beraber dirilte).
Mü’min müslim cânlar dünyada melâmet (kınanma), ahirette delâlet (imandan ayrılma) görmeyeler. Şeytan izine, münâfığın sözüne uymayalar. Hak erenler cümlemizi ve cümleyi cehennem azâbından, düşmanın mekrinden (hilesinden), kötülerin emellerinden emin eyleye.
Hakk Teâlâ dertlerimize dermân, hastalarımıza şifâ, borçlarımıza edâ nasip ve müyesser eyleye. Gökten hayırlı rahmet, yerden hayırlı bereket, hayırlı evlat, hayırlı devlet, hayırlı himmet ihsân eyleye.
Hakk Teâlâ yürüdüğümüz yolda ayaklarımızı sabit eyleyip kötü işlerde bulundurmaya, nâmerde muhtaç etmeye, temiz vicdân, ilim ve irfân, olgun hâl, güzel kazançlar kerem ve inâyet eyleye.
Pir-i Sânî (İkinci Pir) Balım Sultan, Rumeli gözcüsü Seyyid Ali Sultan, Arabistan gözcüsü Kaygusuz Sultan, Muhafız-ı bâb (Kapının Muhâfızı) Pir Koluaçık Hacım Sultan, Halîfe-i Pir (Hacı Bektâş-ı Velî’nin halîfesi) Sarı Saltuk Sultan, Akyazılı Sultan, Seyyid Abdal Musa Sultan efendilerimiz cümlemizden râzı ve hoşnud ola.
Cümle eren ve evliyânın himmetleri, rûhâniyetleri, manevi irşâdları üzerimizde sâyebân (koruyucumuz, gölgeliğimiz) ve yol göstericimiz ola. Muhabbetleri gönüllerimizde dâim, aşkları kâim ola.
Dil bizden nefes Hazreti Hünkâr’dan ola. Nur-ı Nebî, Kerem-i İmam Ali, gülbeng-ı Evliyâ Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî, gerçek Erenler demine Hüü…”
Alevî Bektâşî geleneğinde sofra mutlaka bir gülbenkle açılır ve bir gülbenkle de kapanır. “Lokma duâsı” veya “sofra duâsı” gibi ifadeler de kullanılmaktadır. Amasya/Merzifon’lu Seyyid Riyâzî Baba Müşâhede-i Mâide-i Muhibbân (Muhiplerin Sofralarındaki Müşâhedeler) isimli eserinde birkaç tane sofra gülbengi yazmıştır.
Riyâzî Baba sofra gülbengine, anlamı sofra olan Kur’ân-ı Kerîm’deki Mâide sûresinden bir âyetle başlar. Âyette geçen ifadelerde ise Îsâ Peygamberin havârileri için Allah’tan bir sofra indirmesi dileği bulunmaktadır: Allâhümme Rabbenâ enzil [‘aleynâ] mâ’ideten mine’s-semâ’i tekûnü lenâ ‘îden li-evvelinâ ve âhirinâ ve âyeten [minke] verzuknâ ve ente hayru’r-râzikîn. (Mâide, 5/114) Âyetin anlamı şöyledir: Meryem oğlu Îsâ şöyle demişti: “Ey Rabbimiz! Bize gökten bir sofra indir, Havarilerle bana, şu anki nesillerimize ve gelecekteki nesillerimize bir bayram ve senden bir delil olsun. Bizi rızıklandır; zaten sen, rızık verenlerin en cömerdisin.“
Seyyid Riyâzî Baba’nın kitabındaki gülbenk ise şöyledir: “Mürşidim Muhammed üstâdım ‘Ali hem sürh-ser. Medh-i on iki İmâm söylerim ser-be-ser. Mü’min isen âl-i Muhammed meydânında sofra ser. Pîrimiz üstâdımız kırklar içinde Selmân-ı Kanber. Er-cemâl-i Muhammed, kemâl-i Hasan Hüseyin ‘Ali râ bülend-i salavât.” Kitaptaki bir başka sofra gülbengi ise şu şekildedir: “Hüseyn-i Kerbelâ ‘aşkı kalbimde olmuş mâ-la-mâl. Mü’min isen gel bu ‘aşkın deryâsına sen de dal. Pîrimiz Selmân-ı Kanber gibi gel meydâna sofrayı al. Er-cemâl-i Muhammed, pîr-i kemâl-i Hasan Hüseyin ‘Ali râ bülend-i salavât.”
Alevî Bektâşî inanç ve irfânında sofrada okunan gülbenkler sadece Allah’ın verdiği nimetlere bir “şükür/teşekkür” anlamı taşımaz. Aynı zamanda tevhîd sırrının keşfine, Allah’la bir ve bareber olmaya da kapı aralar. Hacı Bektâş-ı Velî’nin irfân dünyasında sofrada edilen duâlar da yenilen lokmalar da Hakk’a ulaşmanın ve hakîkatla buluşmanın bir aracı olarak görülmüştür. Hünkâr Makâlât-ı Gaybiyye ve Kelimât-ı Ayniyye adlı eserinde dervişe şöyle seslenmektedir: “Bil ki ey derviş! Tâlibin yemesi, içmesi şerîat, tarîkat ve hakîkatte olmak üzere üç çeşit olur. Şerîatta yemek odur ki yiyen kişi rızık vereni çok anar ve yaratıcısına itâati yerine getirir. Tarîkatte yemek odur ki yine kişi yemede ve içmede israfta bulunmaz. Hakîkatte yemek odur ki yiyen ve içen kişi Hakk’ı kendi zatında gözlemler. Çünkü hiçbir şey Hakk olmadan var olamaz. Hakk’ı gözlemleme (müşâhede) halindeyken yiyen kişi ve yenilen şey birdir.”
Bu anlamda sofra Seyyid Riyâzî Baba’nın da vurguladığı gibi muhibbânın yani Allah’ı sevenlerin Hakk’ın birliğini müşâhede ettikleri bir sergidir. Her bir lokma tâlibi Allah’a yakınlaştıran ilâhî bir sanat, irfân deryasından süzülen bir bilgidir.
Hakk Teâlâ cümle cânların istek ve dileklerini kabul eyleye. Dilde dileklerini gönülde muratlarını hâsıl eyleye. Okuduğumuz gülbenk ve duâlar Hakk Dergâhı’na yazıla…
İlgili