Prof. Dr. Osman Eğri
İslâm’ın kutsal kitabı Kur’ân-ı Kerîm’in üçte biri âhiret hayatından bahsetmektedir. Allah inananları hesap ve mizândan, cennet ve cehennemden, mükâfât ve cezâdan haberdar etmektedir. Bütün bu uyarılara rağmen günümüz insanlarının tavır ve davranışlarına bakınca haşir ve neşrin, sorgu ve suâlin varlığına gerçekte ne kadar inandıkları tartışma konusudur.
Şüphesiz ki insanların kötü yollara yönelmelerinde âhiretin varlığına inançlarını kaybetmelerinin rolü büyüktür. Her şeyin bu dünyadan ibaret olduğunu sanma, insanları kötülük yapma konusunda cesaretlendirmektedir.
Kur’ân’ın ikazlarına kulaklarını tıkayan insanlar ya hiç ölmeyeceklermiş gibi, ya da cennet ve cehennem yokmuş gibi hareket edebilmektedirler. Özellikle de İslâm dünyasındaki katliamlara, zulümlere, fitne ve düşmanlıklara bakıldığında Müslümanların âhirete olan inançları şüphe uyandırıcı bir durumdadır.
Alevî Bektâşî yolunda ise “ölümü hatırlatma” erkânın bir parçası haline getirilmiştir. Müsâhiplik (yol kardeşliği) ceminde müsâhip olacak canlar bembeyaz kefenlerini giyerek meydâna gelirler, dedeye niyâz verir ve telkinlerini alırlar. Cem boyunca sırtlarından çıkartmadıkları kefenleriyle ölümü iliklerine kadar hissetmektedirler.
Bu dünyada yol kardeşi olabilmek için mürşide/dedeye ve meydândaki tüm cânlara hesap verebilir olmak, hepsinden rızâlık ve helâllik almak şarttır. Kardeşliğin âhirette, cennette de devamı, bu dünyada içi ve dışı temiz, özü ve sözü bir olmakla mümkündür.
Bir tâlibin her yıl mutlaka katılması gereken görgü cemi, kabirden ve haşirden önce “sorguya ve hesâba çekilme” erkânıdır. Her yıl köye veya mahalledeki cemevine gelen ocak dedesinin görgüsünden geçen tâlip aklanmış, masumluk beratını almış sayılır.
Bu durum onun Allâh’ın birliğine, Muhammed Mustafâ’nın Peygamberliğine, İmâm Ali’nin de velâyetine imân ve ikrârını göstermekle kalmaz, tâlibin sosyal statüsünü ve saygınlığını da güçlendirir. Tâlibin edeb ve erkâna uyması köy veya mahalledeki toplumsal sözleşmeye pozitif katkı sağlar. Onu içerisinde yaşadığı toplumun saygın bir bireyi haline getirir.
“Ölmeden önce ölme” halini yaşayan bir tâlip gelecek yıla kadar diğer tâlipler tarafından gözlendiğinin ve izlendiğinin farkında olarak attığı adıma, söylediği söze, en önemlisi ise taşıdığı öze dikkat eder.
Küskün, dargın olanlar, bir cânı incitenler, birinin malına zarar verenler ya ceme gelip barışır, kardeşlerinin haklarını helâl ettirirler ya da meydâna çıkmaya yüzleri yoksa ceme giremezler. Bu durum ise bir Alevî için kaldırılabilecek bir manevî baskı değildir. Ceme giremeyen bir cân toplum tarafından “düşkün” sayılır. Düşkünlüğü gerektirecek bir suç işlemişse dede tarafından düşkün ilan edilir.
Düşkün sayılan tâliplere verilen cezâlar da kabirde veya âhirette verilen cezâları çağrıştırmaktadır. Düşkün olan kişinin daha bu dünyada “yüzü kara” kabul edilir. Ceza durumuna göre içi su ile dolu bir kabı cemin sonuna kadar tâlibin boynunda taşıması cezâsı vardır ki kimse bu duruma düşmek istemez. İnsan toplum huzurunda sanki mahşerde amel defteri sol eline verilmiş gibi utanç duyar.
Hakk’a yürüyen bir tâlibin yedisi veya kırkında yapılan “dârdan indirme cemi” ise mü’min (erkek) müslim (kadın) canların saatlerce ölüm gerçeğiyle yüzleşmelerini, ibret almalarını sağlar. Erkâna göre; üzerinde kul hakkı bulunan bir tâlibin zaten dâr cemi yapılamaz. Kendisi öldükten sonra dâr ceminin yapılmasını isteyen bir tâlip ömür boyunca kendisini kul hakkından uzak tutmak zorunda olduğunu bilir.
Cem sırasında bu dünyaya sahip olmaya değil şahit olmaya gelenlerden Seyyid Nesîmî’nin ve Hallac-ı Mansûr’un dârına durulur. On İki hizmetin her birisinin arasında ikişer defa Hakk ve hakîkat yolunda şehit olan imâmlara düvâz-deh imâm (On İki İmâmlara medhiye) okunur. Ve her cemin sonunda mutlaka el ele tutuşularak ve gözyaşları akıtılarak Şehitler Serdârı İmâm Hüseyin ve yetmiş iki yârânına Kerbelâ mersiyeleri (ağıtları) okunur.
Bütün bunlar tâliplere “Bu dünyaya sahip olmaya değil, Hakk’ın Cemâl ve Dîdâr’ına şahit olmaya geldik.” mesajını vermektedir. “Nefislerimizi Hakk ve hakîkat uğruna kurbân etmeye, İbrahim’e İsmâil olmaya geldik.” çağrıları yapılmaktadır. Muharrem ayı hariç yılın kırk sekiz Perşembesi düzenlenen cemler “ölmeden önce ölme”, “hesaba çekilmeden önce nefsini, özünü hesaba çekme” uygulamalarıdır.
Teslim Abdal nefesinde “ölüm” gerçeğini tüm ürperticiliğiyle dile getirmektedir. Ölmeden önce ölmüş, Azrâil’in pençesini görmüş, teneşirde yıkanmış, kefenlenmiş, kabre girmiş ve üzerine toprağın atıldığına şahit olmuştur. Kabirden komşuların nasıl kaçıp gittiklerini gözler önüne seren Teslim Abdal, sorgucu meleklerin topuzunu yememek için On İki İmâmların tertemiz ve dosdoğru yolunu tavsiye etmektedir.
HAKK TEÂLÂ CÜMLE CANLARA HAYIRLI ÖMÜR VE HAYIRLI ÖLÜM NASİP EYLEYE!
ÖLÜMÜ UNUTUP ELİNİ, DİLİNİ VE BELİNİ SALANLARDAN EYLEMEYE!
GERÇEĞE HÜÜ, MÜ’MİNE YÂ ALİ…
İşte geldim işte gittim
Yaz çiçeği gibi bittim
Şu dünyada ne iş ettim
Ömürcüğüm geldi geçti
Çağırdılar imam geldi
Her biri bir işe yeldi
Azrâil pençesin saldı
Can kafesten uçtu gitti
İşte geldi yuyucular,
Tenime su koyucular,
Kefenim elinde hoca
Kefenciğim biçti gitti
Ayırdılar ilimizden
İp attılar belimizden
Pek tuttular kolumuzdan
Can cesetten uçtu gitti
İlettiler mezarıma
Sığındın Ganî Kerîm’e
Toprak attılar serime
Gözüm yaşı taştı gitti
İmam telkine başladı
Bir sevapçık iş işledi
Komşular bizi boşladı
Geri dönüp kaçtı gitti
Kabrime bir melek geldi
Bana bir sualcik sordu
Hışmedip bir topuz urdu
Tebdilciğim şaştı gitti
Teslim Abdal oldum tamam
İşte geldi âhir zaman
Yardımcımız On İki imam
Ten türâb karıştı gitti
İlgili