Prof. Dr. Osman Eğri
Hayat denilen yolculuk -doğumdan ölüme- göz açıp kapayıncaya kadar çabucak geçmektedir. Kişi son nefesini verdiğinde arkasından ya “ölen hayvan imiş, âşıklar ölmez” dedirtir ve Hakk’a yürür, ya da hakkında “aşksız bir Âdemdi, yemişsiz bir ağaca benzerdi, geldiği gibi toprağa geri döndü” sözünü söyletir.
Hayatı anlamlı hale getiren, sevgiyle güller bitiren, bülbülleri mâşûka yetiren “aşk”tır. “Aşk olmayınca meşk olmaz.” Alevî inanç ve erkânı Allah’a aşkla bağlanmak, O’nu arayıp, bulmak ve ömrünün sonuna kadar da O’nunla bir (cem) olmaktır. Dünyadaki cem âhirette Hakk’ın Cemâl’ni, Dîdâr’ını seyretmekle devam eder. Bu zevke doyum yoktur; ebediyyen sürer.
En büyük âşıklar, Allah’ın “sevdiğim” (Habîb’im) buyurduğu miraç şehsuvârı Muhammed Mustafâ ve onun rûhu, nûru, cismi, eti ve kanı olan İmâm Ali’dir. Dergâhında güller yetiştirip, aşk bülbüllerini yarıştıran Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî’dir.
Muhammed Mustafâ fânî olanların dostluğunu bir kenara bırakıp Bâkî olan Allah’ın dostluğuna sarılınca Dost, dostu kendisinden ayırmamış, miraçta onunla doksan bin kelâm etmiştir. İmâm Ali ise en güzel dost Muhammed Mustafâ’nın kardeşi, vezîri, vasîsi olunca Allah’a ulaşma yolu olan velâyetin Şâh’ı unvânına layık hale gelmiştir. Sulucakarahöyük’te Hakk aşkının çerağını uyandıran Hacı Bektâş-ı Velî ise Anadolu’daki aşk bahçesinin baş bahçivanıdır.
Geçmişte “Ali kapısından girilip Muhammed şehrine ulaşılan” tekke ve dergâhlar, bugün de Cemevleri bu aşkın mekânlarıdır. Hakk aşkı olmayanlar, dünyevî beklentileri olanlar, şahsını, nefsini düşünenler, kalbini aşk yerine kin ve nefretle dolduranlar aşk ve rızâ şehirlerinde kendilerine yer bulamazlar.
Muhammed postuna oturan pir/mürşit ve Ali postuna oturan rehber aşk ilminin öğreticileridir. Zâkir/âşık cem boyunca mâşûkun (Allâh’ın) kelâmından âyetler/nefes ve deyişler okur. Okunan her bir nefes derviş ve tâliplerin aşk yolculuğunda mesafe almalarına yardımcı olan birer cennet esintisidir. Cennet ise bir kaç lokma, bir kaç hûrî değil, ceme girenlerin görmeyi diledikleri Hakk’ın Cemâl’idir.
Kaygusuz Abdal; “Bu dergâha her kim aşk ile gelirse nasîbini alır. Aşkla gelmeyen mahrum kalır.” demektedir. Bu nedenle insanlar gözlemlenmiş, araştırılmış yola, erkâna bağlılık, mürşide sadâkat ve Allah sevgisini hissetmek için “aşk” duygusunu yaşayabilen insanlar, dergâha alınmışlardır. Bu konuda bir kayıt ve şart konulmamıştır. Ancak, aşk ateşinde pişmeyen gönüllerin olgunlaşması da mümkün görülmemiştir.
Yine Kaygusuz Abdal’ın ifadesiyle “Âşıklar, Hakk’ı tanıyan ve doğruyu görenlerdir. Âşıkların dışında kalanlar kördürler. Bunlar, dünya için çalışırlar ve âşıklardan başkalarını kendilerine köle ederler.” Hakk âşıklarını köleleştirmek, hürriyetlerinden mahrum etmek, parayla, makam- mevkiyle, mal-mülkle satın almak mümkün değildir.
Kalbi Allah aşkını tatmamış bir tâlibin insanı, hayvanı, çiçeği, böceği, ağacı daha kısacası hayatı sevmesi mümkün görülmemiştir. Alevî Bektâşî yolunun Anadolu’dan Balkanlara kadar bu denli yaygınlaşmasının nedeni de aşk duygusunun bütün varlığı kuşatan özelliğidir.
Yaradana olan sevgisinden dolayı yetmiş iki millete bir gözle bakan dervişler, yetmiş iki millete de devlet olmuşlardır. Sınırlar ve duvarlar onları durduramamış, kalp ve gönüllerde aşk ve sevgi saltanatı kurmuşlardır. Gül Baba’ların ocağında hayat yolculuğu, sevip sevilmenin verdiği güzellikle çiçek bahçelerinde gezinmeye benzemiştir.
Âşıklar, Allah sevgisi ile yaşamaya alışmışlardır. İstedikleri, bizzat göründüğü için iddialaşma ve kavgalardan uzaklaşmışlardır. İnsanlar, dünyanın malını, mülkünü paylaşmak için tartışıp dururken, onlar Allah aşkı ile doymuşlar, ondan başka şeylere iltifat etmemişlerdir.
Muradlarına kavuşunca, başka isteklerden kurtulmuşlardır. Alevîlerdeki cömertlik, dürüstlük, misafirperverlik, cana yakınlık, fedakârlık ve nezâket gibi duygu ve davranışların temelinde aşk duygusunun verdiği doygunluk bulunmaktadır.
Koyun Abdal’ın nefesinde aşk duygusunun nereden geldiği, insan hayatına neler kattığı şiir diliyle anlatılmaktadır. Aşkı gönle düşüren cemevlerindeki mürşitlerdir. Âşığın özü, sözü, yüzü, gözü ve kulağı mürşidin huzurunda aşka bağlanmış, rûhu her nefes alıp verişte Hakk’a yürüyen bir cân haline gelmiştir. Yola ikrâr verince, verdiği bu sözü herkese ilan edercesine şu tercümânı okur: “Bism-i Şâh! Allah Allah! Arsa-i Hakk’da durup, dâr-ı irâdette özüm. Hâk-i dergâh oluben secde-i vuslatta yüzüm. Her ne fermân oluben Şâh-ı mürüvvette sözüm. Muntazır oldular izn-i icâbette gözüm. Ber cemâl-i Muhammed.
Aşk dünyayı cennete çeviren, çiğ olan canları pişiren bir duygudur. İnsanı gaflet uykusundan uyandırır; geçici zevklerden usandırır. Koyun Abdal’ın ifadesiyle aşk; “Hakk’tan gelen bir iş, halk içinden uçan bir kuştur.”
AŞK OLSUN AŞKLA GELENLERE!
AŞK OLSUN AŞKLA BU FANİ DÜNYADAN GÖÇÜP GİDENLERE!
AŞK OLSUN AŞK KAZANINDA PİŞENLERE!
GERÇEĞE HÜÜ, MÜ’MİNE YÂ ALİ…
Ben bu yolu bilmez idim
Aşk gönlüme düşdü gider
Aşk elinden dertli gönlüm
Kaynayuban taşdı gider
Âşık mâşûkunu arar
Varup dost iline sorar
Bu gönül maksûda erer
Bir pire danışdı gider
Hani bizden öğüd alan
Kalır mı dünyaya gelen
Bu dünyayı uçmak kılan
Bir aşk ile geçdi gider
Aşk oduna düşen kişi
Dün ü gün yanmaktır işi
Sönmez bağrının ateşi
Büryân oldu pişdi gider
Aşk oduna yanmaz olan
Öleceğin sanmaz olan
Göz açıp uyanmaz olan
Bir gaflete düşdü gider
Bu aşk bana bir düş idi
Haktan gelen bir iş idi
Koyun Abdal bir kuş idi
Halk içinden uçdu gider
İlgili