Prof. Dr. Osman Eğri
Alevî Bektâşî geleneğinde hırkanın anlam yolculuğu Hazreti Muhammed’in mirâcı ile başlar. Bilindiği üzere Alevî Bektâşî tasavvuf düşüncesinde miraç olayı “kırklar meclisi”inden başlayarak birçok kavram ve sembolün açıklamasında merkezî bir öneme sahiptir. Fütüvvetnâme-i Ca’fer Sâdık adlı kitapta Hz. Cebrâil’in Hz. Muhammed’in başını tıraş ettikten sonra, getirdiği nûrdan tâcı başına koyduğu, İbrâhim Peygamber’in gömleğini de kendisine giydirdiği anlatılmaktadır.
Alevî Bektâşî kaynaklarına göre; bundan sonra Hakk’ın emriyle Tûbâ ağacı dört yaprağını Muhammed Mustafâ’nın üstüne bırakmış ve bu yapraklar Allâh’ın kudretiyle hırkaya dönüşerek, Hz. Peygamber’in üstünde karar eylemişlerdir.
Bu hırkanın dört türlü rengi vardır. Biri yeşil, biri sündüs (yeşil ipek), biri istebrak (parlak atlas) ve biri aktır. Yakasında Allah’ın doksan dokuz isimlerinden olan yâ Vâhid, yâ Ehad, yâ Samed, yâ Ferd, arkasında yâ Settâre’l-uyûb (ayıpları örten), yâ Gaffâre’z-zünûb (günâhları affeden) yazılıdır.
Belinde ise yine Allah’ın isimlerinden yâ Rahîm, yâ Mürşid yazılıdır. Hz. Cebrâil hırkayı Hz. Peygamber’e giydirirken Muhallikîne ruûseküm ve mukassirîne lâ tehâfûn (48/27) âyetini okumuştur.
Hırka emanetini devralan Hz. Peygamber, kendisinden sonra giymek üzere bu emaneti Hz. Ali’ye bırakmıştır. Fütüvvetnâme-i Ca’fer Sâdık’ta ise hırkanın Hz. Ali’den İmâm Hasan’a, ondan da İmâm Hüseyin’e ve diğer imâmlara giydirildiği belirtilmektedir. Seyyid Ahmet Rıf’at Efendi ise hırkanın Hz. Ali tarafından Hasan Basrî’ye giydirildiğini, daha sonra Hasan Basrî’nin de Cüneyd-i Bağdâdî’ye giydirdiğini, böylece hırka giymenin tarîkat erkânına girdiğini ifade etmektedir.
Hırkanın İslâm’ı temizkârlıktır. Dîni âşinâlıktır. Kelimesi Allâhu Teâlâ’yı yâd etmektir. Sırrı şevktir. Gönlü dürüstlüktür. Ma’rifeti sıdktır. Namâzı arılıktır. Guslü dünya meşguliyetinden pâklıktır. İçerisi nûrdur. Dışarısı müşâhededir. Rengi meşâyihdir. Îmanı, sitârelik (örtme)tir. Kıblesi, pîrdir. Zâhiri, pîri anlamaktır. Bâtını, edebtir. Bağlaması, hizmettir. Kemâli, doğruluktur. Eteği, dervişliktir. Canı, irâdettir, icâzettir. Kilidi, tekbîrdir, yani tarîkattır. Yakası, uzlet ve sırdır. Taşrası, nurdan bir hârdır. Farzı, irâdeyi terk etmektir. Sünneti, sevgidir.
Şevki Koca, hırkanın parçalarına daha farklı anlamlar vermektedir: Ona göre, hırkanın îmanı mürşidi sevindirmek, kalbi pîr, zâhiri setr (örtücü olmak), bâtını edeb ve sır, guslü terk-i dünya, namâzı kanâat, farzı mürşide muhabbet, sünneti hizmettir. Hırka giyilirken Allah’ın isimlerini okumak, erkânın bir gereğidir. Sağ kol giyilirken; “Bism-i Şâh, Allah Allah! Ya Allah, ya Azîz, ya Settâr, ya Latîf, ya Sabûr” denir.
Sol kol giyilirken ise; “Lâ fetâ illâ Ali lâ seyfe illâ zülfikâr. Allahûekber lâ ilâhe illallahû va’llahû ekber allahû ekber ve li’llâhi’l-hamd” denmektedir. Vîrânî Baba, giyilen elbiselerin anlamı üzerinde durmuş ve dervişlerin üzerlerinde taşıdıkları elbiselerin kendilerine yüklediği sorumlulukların farkında olmaları gerektiğini ifade etmiştir. O, elbiseleri giymenin şekilden ibaret kalmaması için şu eleştiriyi getirmektedir: “O kimse ki, evliyâ dergâhına gelir; tâc, post, hırka ve libasını giyer; başını tıraş eder ve erkân kabul eder. Sonra döner, o tâc, post, hırka ve kisve-i erkân ile zinâ ve livâta eder; sonra da ben ehl-i fakrım diye yalan söyler.” Vîrânî Baba, bu kişilerin durumunu Âl-i İmrân Sûresi 61. âyeti naklederek îzah etmektedir. Bu elbiseleri giymekten ve evliyâ dergâhına gelmekten asıl maksat, insan- ı kâmil olmak, zatını ve sıfatını bilmek ve Rabbanî bir âlim olmaktır.
Eğer bir kişi, dervişlerin hırkasını giymek ve kisvetine girmek dilerse, ilm-i şerîatı, ilm-i tarîkatı, ilm-i ma’rifeti ve ilm-i hakîkatı bilmelidir… Dört makâmı bilmeyen derviş için bütün velîler kıyâmet günü davacı olurlar.
Derviş, bu dört makâmın manasını yerine getirirse, bütün velîler onun şefâatçisi olurlar. Bunları bilmeyen bir dervişe hırka giydirilirse, kıyâmet gününde yüzü kara ola. Çünkü yolundan dönerse, tarîkat mürtedi olur. Şerîat mürtedi tarîkat mürtedinden daha iyidir. Şerîat mürtedi bir kere Lâ ilâhe illallâh Muhammedün Rasûlullâh ve Aliyyün veliyyullâh demekle kurtulur. Ancak tarîkat mürtedi hiçbir şekilde kurtulamaz. Aynı konuya Yunus Emre de Dîvân’ında değinerek, hırka giymenin dervişin suçunu ve hamlığını örtmeyeceğini dile getirmektedir:
Suçumu örter hırkam dirliğim cümlesi ham,
Bir gün yırtılısar perdem zehî düşvâr iş benim.
Niyâzî Mısrî de, elbise giymekten maksadın, kalbi manevî kirlerden temizlemek olduğunu, şu mısralarda vurgulamaktadır:
Gel ey sûfî çıkar sofu kıl insâf
Ko sûret düzmeği kıl içini sâf
Arıt pâk eyle kalbin eyle hâlis
Beğenmez böyle kalbi anla sarrâf
O halde, hırka giymeye hak kazanmış bir dervişin içi ve dışı tertemiz olmalıdır. Allah’ın emirlerinin yerine getirip, yasaklarından kaçınmalı, eliyle ve diliyle kimseye zarar vermemelidir. Sonuç olarak; Allah ve insanlar, ondan hoşnut olmalıdır. Hırka giymekten maksat, nefsi eğitmektir.
Fütüvvet gereklerinden biri de salihlerin elbisesine bürünmeden önce içini düzeltmektir. Nitekim Hazreti Hasan, dedesi ve Allah’ın elçisi Hazreti Muhammed’den şöyle rivayet etmiştir: “Kalbleriniz temiz olmadıkça sof giymeyiniz. Zira bir insan çer-çöp düşünceler üzerine sof giyerse göğün Cebbârı (Allah) onu çıkarır, atar.”
İlgili