Prof. Dr. Osman Eğri
Alevîliğin temel kaynaklarından olan Buyruk kitaplarında şerîat, tarîkat, marifet ve hakîkata insanın Hakk’a ulaşmaya kadar varan eğitim sürecini tanımlayan tasavvufî anlamlar yüklenmiştir. Bunlardan birisi şöyledir: “Şerîat işitmektir. Tarîkat görmektir. Ma’rifet anlamaktır. Hakîkat bilmektir.”
Bugünün eğitim felsefesinde öğrencilerin zihinsel olarak biliş seviyelerini tarif eden bu kavramların asırlar öncesinden Alevî Bektâşî kaynaklarında yer almış olması, geleneğin içinde bulunduğu çağın ötesini kavrama yeteneğini göstermektedir. Öğrenme sürecinde “görmek”, bilgi, duygu ve davranışın kalıcılık oranını artırma açısından “işitmek”ten daha güçlü bir eğitimsel gerçeklik olarak kabul edilmiştir.
Günümüzün eğitim bilimcileri “görerek ve yaşayarak öğrenme”nin daha kalıcı olduğu konusunda müttefiktirler. “Bilmek” ise bir bilginin karakterize edilmesi veya ilgili kişinin şahsiyetiyle bütünleşmesi açısından “anlamak”tan daha ileri bir öğrenme adımıdır. Alevîlik’te bu durum farklı bir deyimle; “Bilmek, bulmak ve olmak” şeklinde ifade edilmektedir.
“Olmak” zihinsel bir faaliyetten daha ileri bir adımdır ki örneğin doğruluk, dürüstlük gibi değerler açısından düşündüğümüzde; insanları doğru ve dürüst yapan bu konulardaki entelektüel bilgileri değil, doğru ve dürüst olma konusunda aldıkları kesinleşmiş kararlarıdır. Yani doğru ve dürüst “olmaları”dır. Buna eğitimde “karakterize etme” seviyesi denmektedir.
Alevîlik Bektâşîlikte temelden başlanarak hemen hemen bütün ibadetlere bilmek ve olmak arasındaki ayrım kadar net açıklamalar getirilmiştir. Örneğin; şerîat kapısında abdest almanın şartları bellidir. Su ile abdest organlarınızı sırasıyla yıkarsınız. Ama tarîkat abdesti başkadır. Onunla bir nevi abdest organlarınızı mühürlersiniz.
Tarîkat abdesti ile organlarınıza ateşin can yakıcı azâbını hatırlatır; onları günâha karşı terbiye edersiniz. Günâha, kötülüğe olan eğilimlerini kontrol altına alırsınız. Abdest alırken elinizi yıkıyor ama elinizden kimse emin olamıyorsa çalıyorsanız, elinizle koymadığınızı alıyorsanız, elinizle insanlara zarar veriyor; insanlara zulmediyorsanız doğruyu değil de yanlışı yazıyor; yanlış hüküm veriyorsanız aldığınız abdest ibadet anlamını yitirmiş demektir.
Abdest alırken yüzünüzü yıkıyor ama yüzünüzü kızartacak işleri yapmaktan çekinmiyorsanız, insanların olmadığı yerde meleklerin olduğunu unutup her türlü kabahati işliyorsanız, ettiğiniz günahlarda ısrar ediyor ve Allah’tan da insanlardan da utanmıyorsanız alınan abdest sadece gözlerin çapağını yıkamaktan ibaret kalmış demektir. Yunus’un “Yetmiş iki millet elin yüzün yumaz değil” ifadesi bu durumu ifade etmektedir.
Başınızı meshediyor ama beyninizle sürekli insanlara karşı nasıl kötülük yapacağınızı planlıyorsanız, doğruyu yanlıştan, haklıyı haksızdan ayırt edemiyorsanız, kötü şeyleri hayalinizde canlandırıyorsanız aldığınız abdest sizi Hakk’a ulaştırmayacak, hakîkatin sırlarını kavramanıza imkân vermeyecektir. Yine Buyruk kitaplarında geçen bir başka ifadeye göre; “Şerîat Allah’a kulluk etmektir. Tarîkat bilmektir. Ma’rifet Hakk’a ermektir. Hakîkat Hakk’ı görmektir.”
Tâlibi âbidlikten âşıklık ve sâdıklığa kadar yükseltmeyen bir ibadet rûhânî zevkten mahrum ve bilinçsizce yapılan bir ibadettir. Gerçek ibadet dört kapının gereğince tedricî olarak kişinin Hakk’a yükselişine, kendi mirâcına zemin hazırlayan bir rûh aksiyonudur. Bu aksiyon insan-ı kâmilliğe kadar devam eden ve rûhtan bütün organlara yansıyan bir kendini gerçekleştirme sürecidir.
Bu yüzden Alevîlikte yılda bir defa Mürşid/Dede/Seyyid/Evlâd-ı Rasûl huzûrunda sorgudan, görgüden geçilir ve tarîkat abdesti alınır. O gün ceme boy (şerîat) abdesti alınarak girilir, tarîkat abdesti alınıp organlar bir yıllığına mühürlenerek çıkılır. Geleneğe göre; bu abdest “ab” (su) ile değil, “od” ateşle alınmış bir abdesttir. Tarîkat abdestini bozanların hasmı elinde Zülfikâr’ı ile İmâm Ali’dir, Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî’dir.
Ne mutlu tarîkat kapısında abdest alıp bütün organlarını her türlü kötülüğe karşı kapatıp mühürleyenlere. Mürşidine verdiğe ikrâra sâdık kalan tâliplere…
İlgili