Prof. Dr. Osman Eğri
Cemlerde çerağ (kandil) uyandırmanın amacı, mü’minlerin gönlünde Allah, Muhammed ve Ali nûrunun, bâtın çerağının uyandırılması ve böylece gönüllerin Allâh’ın vahdâniyet, sır ve hikmetlerini kavramaya, anlamaya ve hissetmeye hazırlanmasıdır.
Çerağ uyandırılırken Hakk’ın nûruna, Allâh’ın tevhîd (birlik) sırrına, hakîkate ulaşabilmek hedeflenmektedir. İmân ve ikrâra ev sahipliği yapamayan bir kalp cehâlet karanlığında kalmış demektir.
Cehâlet karanlığında kalmış bir kalbin sahibi kendi kız çocuğunu gözünü kırpmadan toprağa gömebileceği gibi, helvadan yaptığı putuna da tapabilir. Yani hem şefkat nûrundan, hem de akıl nûrundan mahrum kalabilir. Bu durum ise İslâm öncesi câhiliye toplumuna dönüş anlamını taşımaktadır.
Cemlerde yakılan, yandırılan çerağ, Hazreti Muhammed’in ümmetine miras bıraktığı Kur’an ve Ehl-i Beyt mirasına, tâlipler tarafından kıyamete kadar sahip çıkılacağının ilanıdır. Bununla birlikte ilim, imân, irfân, şefkat, merhamet, adâlet ve muhabbet gibi dinî/tasavvufî/ahlâkî değerlerin kıyamete kadar yaşatılması için de bir tavır ve duruşun ifadesidir.
Alevîlikte, Kırklar ceminde İmâm Zeyne’l-Âbidîn’in delil yaktığına, Hz. Peygamber döneminde de bu görevi Câbir el-Ensârî’nin yaptığına inanılır. Çerağın yaydığı nûr, nûr-ı Muhammedî ile nûr-ı Ali’nin birleşmesi sonucu oluşmuştur.
Hazreti Muhammed ve Hazreti Ali manada bir sayılır. Nûr hidâyet ve ilim nûrudur. Sır hakîkat sırrıdır. Bu nedenle cem sırasında okunan gülbang-i Muhammedî “nûr-ı Nebî, kerem-i Ali” ifadesiyle tamamlanır. Çerağın uyandırılmasıyla birlikte zâhir ile bâtın, şerîat ile tarîkat, nübüvvet ile velâyet birleştirilmiş olmaktadır.
Çerağ aynı zamanda Mûsâ Peygamberin kavmiyle birlikte Mısır’a dönerken Tûr dağının kenarında bulunan Tuva vadisindeki bir ağaçta gördüğü ışığı da sembolize etmektedir. Işığı gören Mûsâ Peygamber, Allah’ın emriyle ayağındakileri çıkartmış, tevhîd hakîkatini bütün hücrelerine kadar hissetmişti. Ateşin yanında ve çevresinde bulunanlar da mübarek kılınmışlardı.
Cemin birleme bölümündeki semah sırasında Allah’ın birliğinin tecellîsi ile kendilerinden geçen ve yana yana, döne döne “Allah Allah” “Hüü Hüü” sesleriyle aşklarını dışarıya vuran cânlar da tıpkı Hazreti Musâ gibi yalın ayaktır. Çünkü meydân da tıpkı Tûr-ı Sînâ gibi Allah’ın huzurunda olmanın gerektirdiği edeb ve erkâna uymayı lüzumlu kılar. “Allah Allah” seslerine kulak ve gönül veren mü’min ve müslim cânlar “gerçeğe Hüü” diyerek tevhîd hakîkatini kalplerinin derinliklerinde hissetmenin verdiği mutlulukla çarh vurup dönmekte, “âh” edip inlemektedirler.
Çorum bölgesindeki Şah İbrahim Velî ocağına bağlı köylerde olduğu gibi Anadolu’daki bazı ocak ve bölgelerde halen yürütülen erkânlarda bir tas içerisine zeytinyağı ve bezden bir fitil konularak çerağ uyandırılmaktadır. Zeytinyağı da cem bitinceye kadar tükendikçe yeniden ilave edilmektedir. Nûr Sûresi 35-36. âyetler üzerine İmâm Mûsâ Kazım’dan rivâyet edilen bir yorum bu uygulamanın ifade ettiği anlama daha uygun görünmektedir.
Bu yoruma göre; fitil Hazreti Fâtıma’dır. Kandilin/çerağın içerisinde bulunan zeytinyağı Hasan ve Hüseyin’dir. Mübarek olan zeytin ağacı İbâhim aleyhisselâmdır. Âyette geçen “nûr üzerine nûr” ifadesi de birbiri peşi sıra gelecek olan on İki İmâmları ve kıyamete kadar soyları devam edecek olan Peybamber nesli evlâd-ı Rasûlü, yani Ehl-i Beyt’i sembolize etmektedir.
Tek kaideli, üç fitilli ve on iki dilimli hüseynî veya edhemî tâc ile sembolize edilen Bektâşî çerağının/kandilinin üç fitili ise; Hakk-Muhammed-Ali’yi, kaidesi; Hacı Bektâş-ı Velî’yi, farklı terklerden oluşan taç şeklindeki kısmı tarikatın kendisini ve aynı zamanda On İki İmamı sembolize eder.
Amaç; Allâh’a îmânın nûru aydınlığında 12 hizmetin yerine getirilmesi sûretiyle, dört kapıdan geçerek sırr-ı hakîkata ulaşmaktır. Alevî Bektâşî geleneğinde dört kapının birisi mürşidle, birisi rehberle, birisi mürebbî ile ve birisi de müsâhible ilgili sayılmıştır. Çerağın aydınlığında 12 hizmet yerine getirilir. Kırk makâmdan geçilerek, Allâh’a, tevhîd sırrına ulaşılır.
Çerağcı (delilci), 12 hizmetten birisini yerine getirirken, sağ elinde yağ kabı, sol elinde hazırladığı “çerağ” ile meydâna gelir. Dâra durur ve “hayır himmet pîrim” diye pîrden izin aldıktan sonra, bir tercümân okur.
Sonra pîrin destûruyla diz üstü oturur ve delîli pîrin önünde yere bırakır. Büyük bir kaşıkla 12 imâmların isimlerini söyleyerek, kandile 12 kaşık yağ koyar. Sonra “hayır himmet pîrim” diyerek, pîrden izin alır ve Nûr Sûresi’nin 35, 36 ve 37. âyetlerini okur: Besmele. Allâhu nûrü’s-semâvâti ve’l-ardı meselü nûrihî kemişkâtin fîhâ müsbâhün el-misbâhu fî zücâcetin ez-zücâcetü ke-ennehâ kevkebün dürriyyün yûkadü min şeceratin mübâraketin zeytûnetin lâ şarkiyyetin velâ ğarbiyyetin yekâdü zeytühâ yudî’ü velev lem temseshü nârün nûrün ‘alâ nûrin yehdillâhü li-nûrihî men yeşâ’ü ve yadribullâhü’l-emsâle li’n-nâsi vallâhu bi-külli şey’in ‘alîm.
Âyetlerin anlamı şöyledir: “Allah, göklerin ve yerin nûrudur. O’nun nûrunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba kristal bir fanus içindedir; o fanus da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da, batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan, yani zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulur. Onun yağı, neredeyse, kendisine ateş değmese dahi ışık verir. (Bu,) nûr üstüne nûrdur. Allah dilediği kimseyi nûruna eriştirir. Allah insanlara (işte böyle) temsiller getirir. Allah her şeyi bilir. Bu kandil) birtakım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir.”
Çerağcı devamla “Seyyid-i sâdât, muhibb-i sâdât, mebde-i kâinât, hülâsa-i mevcûdât, er-Cemâl-i Muhammed, pîr kemâl-i Şah Hasan ve’l-Hüseyin, Allâh’ı bir bilelim, verelim Muhammed-Ali ve Ehl-i Beyt’ine salavât” diyerek, elindeki kibritle delîli uyandırır (yakar).
“Allah Allah çün çerâğ-ı fahri uyarayım Hudâ’nın ‘aşkına
Seyyidü’l-Kevneyn Muhammed Mustafâ’nın ‘aşkına
Sâkî-yi Kevser ‘Aliyyü’l-Murtazâ’nın ‘aşkına
Hem Hatîce, Fâtıma Hayrü’n-Nisâ’nın ‘aşkına
Şâh Hasan-ı Hulk-i Rızâ, Şâh Hüseyn-i Kerbelâ
Ol İmâm-ı Etkiyâ Zeynü’l-Abâ’nın ‘aşkına
Hem Bâkır ol kim nesl-i Pâk-ı Murtazâ
Ca’fer-i Sâdık İmâm-ı Reh-nümâ’nın ‘aşkına
Mûsâ-yı Kâzım İmâm-ı Serfirâz-ı Ehl-i Hak
Hem ‘Ali Mûsâ er-Rızâ-yı Asfiyâ’nın ‘aşkına
Şâh-ı Takî bâ-Nakî hem Hasenü’l-Askerî
Ol Muhammed Mehdî-yi Sâhib Livâ’nın ‘aşkına
Ey Vîrânî nutk-ı Hak pîrim Şâh-ı Merdân ‘Ali
Kutb-ı Âlem Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî’nin ‘aşkına
Yansun kalb evi ey muhibb-i ‘âşıkân
Haşre dek yanan yakılan ‘âşıkânın ‘aşkına
Er-cemâl-i Muhammed, kemâl-i Hasan Hüseyin ‘Ali râ bülend-i salavât”
İlgili