Tüm mesele; “Işık mı karanlığı boğacak; yoksa karanlık mı ışığı boğacak?” Eğer ışık karanlığı boğabilirse; ilim, iman, ahlâk, hak, hukuk ve adalet yeryüzünde hakim olup cehalet, küfür, ahlâksızlık, zulüm ve adaletsizliğe galip gelecek. Karanlık ışığı boğabilirse; tam tersi cereyan edip tüm kötülükler iyiliklere ve iyilere galip gelecek.
Işık; Allah’ı, Hazreti Muhammed’i ve O’nun tertemiz Ehl-i Beyt’ini temsil ediyor. Karanlık ise; Ebû Cehil’i (cehâletin, zulüm ve karanlığın babasını), Ebû Leheb’i (Hazreti Muhammed’in oğulları öldüğü zaman O’nun soyu kesildi diye sevineni) ve Yezid’i (Hazreti Muhammed’in soyunu kesmek için onları Kerbelâ’da katledeni) temsil ediyor.
Alevîler bunun için asırlardır tekke, dergâh ve cemevlerinde; “Allah, göklerin ve yerin nûrudur. O’nun nûrunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir. O lamba kristal bir fanus içindedir; o fanus da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nispet edilemeyen mübarek bir ağaçtan, zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulur. Onun yağı, neredeyse, kendisine ateş değmese dahi ışık verir. (Bu,) nûr üstüne nûrdur. Allah dilediği kimseyi nûruna eriştirir. Allah insanlara (işte böyle) temsiller getirir. Allah her şeyi bilir. (Bu kandil) birtakım evlerdedir ki, Allah (o evlerin) yücelmesine ve içlerinde isminin anılmasına izin vermiştir. Orada sabah akşam O’nu (öyle kimseler) tesbih eder.” (Nûr Sûresi, 25,36) âyetlerini okuyorlar.
Böylece bir evlâd-ı Resûl’e (Dede’ye), tıpkı Medîne’li Müslümanların mallarıyla, canlarıyla Hazreti Muhammed (Allah’ın selâmı O’nun ve Ehl-i Beyt’inin üzerine olsun)’e sahip çıkacaklarına dair bi’at ettikleri gibi ikrâr (söz) veriyorlar. Bunu yaparken de yukarıda geçen Nûr Sûresi, 35 ve 36. âyetleri okuyarak ve Hakk Muhammed Ali aşkına çerağ (kandil) uyandırarak “Işığın Karanlığı Boğacağını” tüm dünyaya ilan etmiş oluyorlar.
Gerçek mü’minlere baskı ve zulümlerin hiçbir zaman bitmediği Emevîler ve Abbâsîler döneminden bu yana, haksızlık ve adaletsizliklere karşı çıkan, evlâd-ı Resûl olan seyyidlere hep “Alevî” (Ali taraftarı) sıfatı yakıştırılmış. Sonuç olarak da o zamandan bu yana seyyidler sürekli takip edilip ışığı uyandırmalarının, karanlığı boğmalarının önüne geçilmek istenmiş.
Cemevlerinde çerağ uyandıran Hakk ve hakîkat tâlibi, Hazreti Muhammed ve Ehl-i Beyt taraftarı Alevîlere “Mum söndü oynuyorlar” diye iftiralar atılmış. Böylece Ehl-i Beyt taraftarları sindirilmeye ve yok edilmeye çalışılmış.
Eğer bir gün, Ehl-i Beyt’i seven ve onların “ilim, iman, ahlâk, hak, hukuk ve adalet” çağrılarına cevap veren insanlar mücadelelerini kaybederlerse, Ehl-i Beyt nesli de yeryüzünden silinmiş olacak. O zaman da Hazreti Muhammed’in “Benim evlâdımın (Ehl-i Beyt’imin) nesli kıyamete kadar devam edecek. Ne zaman ki benim neslim yeryüzünden silinecek; işte bilin ki o zaman kıyamet kopacak.” hadîsinde haber verilen felaket gerçekleşecek.
Ey insanlar! Gelin son Peygamber, âlemlere rahmet Hazreti Muhammed’in ilim ve adaleti temsil eden evlâdına, Ehl-i Beyt’ine, seyyidlere ikrâr ve bi’at edelim!
“Resûlüm! Sana bi‘at edenler, gerçekte Allah’a bi‘at etmektedirler. Allah’ın eli, onların bi‘at için uzanan elleri üzerindedir. Artık kim bi‘atini bozarsa ancak kendi zararına bozmuş olur. Kim de Allah’a verdiği sözde durur, onun gereğini getirirse, hiç şüphesiz Allah ona yakın bir gelecekte büyük bir mükâfat verecektir.” (Fetih Sûresi, 10) âyeti gereğince Allah’ın eli, ellerimizin üzerinde olsun.
Evlâd’ı Resûl olan seyyidlerin etrafında kenetlenelim! Makam ve mevkî peşinde koşan, mal-mülk biriktiren, kendisine gösterişli saraylar inşa eden Muâviye ve Yezîd mirasçılarına karşı dimdik ayakta duralım! Zamanımızda yaşayan Hazreti Muhammed’in vârisi seyyidlere, evlâd-ı Resûl’e ikrâr verip bi’at edelim ki “El ele, el Hakk’a olsun.” Işık karanlığı boğsun!
İlgili