Prof. Dr. Osman Eğri
Türkiye’deki Sünnîci eğitim anlayışı, insanları o hale getirmiş ki “Eğer ülke bir Alevî tarafından yönetilirse, herkes Cennet’e gidecek.” dense, insanlar; “Hayır! İstemiyoruz.” diyecek durumdalar. Halâ, Alevîliği İslâm’ın bir yorum şekli, Alevîleri de Müslüman olarak kabul etmeyen azımsanmayacak büyüklükte bir kitle var.
Bir Alevî’ye gönül rahatlığı ile kızını veremeyen bir kişinin, yine bir Alevî’ye gönül rahatlığı ile oyunu vermesini düşünmek oldukça zor. Bu durum, Sünnî siyasetçilerin işine geldiği için, asırlardır Anadolu’da, Alevî kimliğine mensup bir kişi, toplumun bugünü ve geleceği üzerinde etkili olabilecek bir konuma getirilmemiş.
Bunun en önemli nedenlerinden birisi; öteden beri toplum belleğini işgal eden Alevîlik ve Alevîler hakkındaki önyargıları giderici bir eğitim anlayışının benimsenmemiş olmasıdır. “Biz” ve “onlar” kategorik sınıflandırmasının, zihin ve gönüllerle birlikte toplumsal hayatın bütün ünitelerine hakim hale gelmesidir.
Malesef okulda, fabrikada, mahallede ayrımcılığa maruz kaldığını hissetmeyen Alevî hemen hemen yok gibidir. Bunu 21 yıl ilahiyat fakültesinde akademisyen olarak çalışan ve bu süre zarfında sayısız ayrımcılığa maruz kalan birisi olarak söylüyorum.
Sonuç olarak; Alevîler hakkındaki önyargıların kasıtlı bir biçimde daha kalıcı hale getirilmesi, Sünnî kimliğini taşıyan kitlenin büyük bir çoğunluğunu, bir Alevînin ülkenin kaderinde etkili olmasını kabul edemez hale getirmiş durumdadır.
Elbette bu durumun sosyolojik reflekslere hakim olmasında okulda, camide ve ailede Alevîliği ve Alevîleri dışlayan eğitim anlayışının büyük sorumluluğu vardır.
“Türkiye’yi bir Sünnî yönetsin de kim/nasıl yönetirse yönetsin.” diyen milyonlarca insanın yaşadığı bir ülke, yolsuzluğa, hırsızlığa, açlık ve fakirliğe de razı olmuş demektir.
Bir Alevînin ticaretteki dürüstlüğünü, komşuluk ve arkadaşlık gibi toplumsal ilişkilerdeki güvenilirlik ve insancıllığını gözlemliyor olmalarına rağmen, Sünnîlerin Alevîlere karşı önyargılarının yok olmak şöyle olursun birazcık da olsa azalmıyor olmasının nedeni, bu konuda resmî olarak hiç bir adımın atılmıyor olmasıdır.
Devletin, kağıt üzerinde yazılı olmasa da resmî mezhebinin Sünnîlik olarak belirlenmiş olarak algılanması, Sünnîciliğe yol açan en etkili faktörlerden birisidir. Türkiye’de Alevî bir bakan, vali, rektör, genel müdür vb. olmaması, önemli görevlerin Alevîlere verilmiyor olduğunun göstergesidir.
Türkiye’nin, tüm inanç, fikir ve görüş mensuplarının huzur, adalet ve eşitlik içerisinde yaşadıkları, çoğulcu, çokkültürlü ve demokratik bir ülke olabilmesi için önce eğitim anlayışının değişmesi gerekmektedir.
Alevîlik Bektâşîlik, örgün ve yaygın eğitim vasıtasıyla öylesine bilinir ve tanınır hale getirilmelidir ki insanlar Alevîliğin İslâm’ın özgün bir parçası olduğunu öğrenmeli, bir Alevî’nin ülkeyi yönetmesinin hiç bir tehlike oluşturmayacağını fark etmelidir.
Türkiye Cumhuriyeti, modern ve demokratik bir hukuk devleti olmak istiyorsa, Alevî-Sünnî ayrımını ortadan kaldıracak sosyo-kültürel tedbirleri acilen almalıdır. Devletin bekâsı, milletin refâhı da buna bağlıdır.
Hiçbir inanç grubuna veya etnik kökene mensup olmak, insanlara ayrıcalık ve üstünlük kazandırmamalıdır. Bir birey ister Alevî ya da Sünnî olsun, isterse de Kürt veya Türk olsun, liyâkat ve ehliyetine göre devlet kurumlarında göreve gelebilmeli ve eşit yurttaş muamelesi görmelidir.
Alevî bir aileye mensup olan bir çocuk veya gencin hangi eğitimi alırsa alsın, hangi kariyeri yaparsa yapsın asla belli görevlere gelemeyecek olduğunu bilmesi kadar kolektif sermayeye zarar verici başka bir karamsarlık ve ümitsizlik duygusu yoktur.
Bugün Avrupa’da hükümetlerde artan sayıda Alevî kimlikli bakan ve devlette başarıyla yöneticilik yapan insanlar bulunmaktadır. Şu ana kadar ayrımcılığa uğrayan Sünnî kimliğini taşıyan bir kimse ile ilgili bir haber basına yansımamıştır. Çünkü hukukun üstün olduğu demokratik ülkelerde, kimlik ve mensubiyetler değil, kanun ve yönetmelikler esas alınmaktadır.
İlgili